1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Almanya'nın etekleri tutuştu

Rainer Sollich18 Temmuz 2005

7 Temmuz’daki Londra saldırılarından sonra, Almanya’da politikacılar radikal İslamcılar konusunda daha fazla endişelenmeye başladı. Aynı zamanda Alman halkı da, aralarında yaşayan üç milyon Müslümana kaygılı gözlerle bakar oldu. Muhafazakar politikacı ve kilise temsilcileri, Müslümanlar'dan, köktendincilerle aralarına mesafe koymalarını, bunu açık bir şekilde dillendirmelerini istiyor. Müslümanların, Alman güvenlik güçleriyle işbirliği yapmaları da sık sık yüksek sesle tekrarlanan bir başka istek. Almanya’nın Bavyera eyalatinin İçişleri Bakanı Günther Beckstein ise bu konuda en ileri gidenlerden biri. Beckstein, Almanya’daki tüm camilerin denetlenmesini talep ediyor. Rainer Sollich

https://p.dw.com/p/AZvB

’in yorumu...

Müslümanlar Merkez Komitesi’nin başkanı Nedim İlyas, Almanya’da bilinen bir isim. Londra’daki terör olaylarından sonra, Müslüman kanattan ilk açıklama yapanlardan biriydi. “Barbarca bir eylem” diyerek saldırıları yeren Nedim, masum insanları öldürülenlerin bunu İslamiyet adına yaptıklarını iddia edemeyeceklerini savundu. Nedim’in hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek nitelikte sözleri, Almanya’da yaşayan birçok Müslüman lidere örnek oldu; hemen hemen hepsi saldırıları açık bir biçimde kınadı.

Müslümanların bu kınamaları elbette Alman medyasına da yansıdı, fakat ne politikacıların, ne de halkın kaygıları dindirilebilmiş değil. Muhafazakar politikacılar ve kilise temsilcileri, Müslümanlardan, ’kendilerini temize çıkaracak’ daha somut davranışlar bekliyor. Bu beklenti iki nedenle hatalı: Birincisi, bugüne kadar yapılan açıkmaların hiçbirinin ciddiye alınmadığını, hepsinin kulak ardı edildiğini gösteriyor. İkincisi ise, politikacı ve din adamları bu isteklerini dile getirerek, toplumda bir beklenti oluşmasına neden oluyor. Ama kimse, bu beklentinin kim tarafından, nasıl yerine getirilebileceği konusunda fikir sahibi değil. Bu yüzden de tehlikeli bir beklenti.

Ama kesin olan bir şey var ki, o da Müslüman liderler medya ile nasıl başa çıkacaklarını çok iyi öğrendiler. Bu yüzden de onların açıklamarına da politikacılarınki kadar eleştirel yaklaşmak gerekiyor. Bir kere söz konusu Müslüman liderlerden hiçbiri, Almanya’da yaşayan 3,2 milyon Müslüman adına konuştuğunu iddia etme hakkına sahip değil. Çünkü bu milyonlarca Müslümandan sadece 400 bini, çeşitli dini örgütlere üye.

Ama Müslüman liderlerin söylediklerinde gerçek payı var: Edinilen istihbarat ve yapılan araştırmalar, ister örgütlü olsun, ister olmasın, Müslümanların büyük bir çoğunluğunun şiddeti kesin olarak reddettiğini gösteriyor. Yine de toplumda, Müslüman örgütlenmelere karşı şüphe artıyor. Üstelik, hem Almanlar, hem de burada yaşayan göçmenler durumdan şikayetçi. Birçok Alman, tepeden tırnağa kapalı kadınlara rastladıkça veya evlerin bodrum katlarında düzenlenen Kuran kursları hakkında hikayeler duydukça korkuya kapılıyor. Aynı şekilde, özellikle Müslüman ailelerden gelen gençler, Almanların kendilerini kabul etmediklerinden, hatta dışladıklarından yakınıyor. Ve ekonomik konjonktür, işsizliğin dramatik bir şekilde arttığı, sosyal devlet anlayışının giderek tarihe karıştığı bir dönemden geçtiğimiz gözönünde bulundurulduğunuda, bu durum uzun vadede bir tehlike potansiyeli oluşturuyor.

Elbette, şiddet yanlısı, demokrasi karşıtı, din ayrımcılığını tahrik eden radikal İslamcılar cezalandırılmalı. Ve bu tarz eylemlerde bulunduklarından şühpe edilen kişiler tabii ki profesyonel olarak her türlü yöntemle izlenmeli. Fakat Bavyera İçişleri Bakanı Günther Beckstein’in talep ettiği, bütün camileri denetlenmesi ise, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir. Tüm Müslüman kesimin zan altında bırakacak böyle bir uygulama, sıradan Müslümanların, radikallerin yanında saf tutmalarına bile neden olabilir.

Önemli başka bir nokta daha var: Alman devleti de barışçıl Müslüman kesimin Alman toplumuna entegrasyonu üzerine düşeni yapmalı. Bu bağlamda Müslüman gençlerin Almancayı iyi öğrenmelerini, iyi eğitim ve iş imkanlarına sahip olmalarını sağlayacak politik projeler önemli. Ayrıca İslamiyeti, Hıristiyanlık ve Musevilikle aynı düzeyde görecek girişimler başlatılmalı.

Ve tabii Müslüman örgütlere de bu konuda sorumluluk düşüyor. Daha şeffaf olmaları ve gerektiği durumlarda güvenlik güçleriyle işbirliğine gitmeleri şart. İdeolojik tahrik kampanyalarına ve şiddet söz konusu olduğunda, yanlış dayanışma duygusuna yer olmamalı. Çünkü köktendinciler sadece birlikte huzur içinde yaşamamızı engellemiyor, aynı zamanda İslamiyetin imajını da zedeliyor.