1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İktidarlar, basın özgürlüğünden korkuyor

Miodrag Soriç3 Mayıs 2008

Dünyada neredeyse basın özgürlüğünün tehdit altında olmadığı tek bir ülke yok. Oysa ki basın özgürlüğü, özgür bir toplumun olmazsa olmazıdır. DW'den Miodrag Soriç’in yorumu:

https://p.dw.com/p/Dsv2
Miodrag Soric

Önce iyi haberle başlayalım: Rusya’nın yeni Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev, ülkede sivil toplumu güçlendireceğini ve basın özgürlüğüne saygı göstereceğini açıkladı. Ancak bu yolla yolsuzluğa set çekilebilir ve bürokrasi azaltılır.

Şimdi ise kötü haberi verelim: Medvedev, selefi Vladimir Putin’in politikalarının devamlılığını sağlamak istiyor. Oysa ki Putin, internet medyasını Kremlin’in bir kolu gibi kullanarak suiistimal etmişti.

Aynı anda hem basın özgürlüğünü güvence altına alacağını söyleyip, hem de Putin’in politikalarını sürdürmek mümkün değil. Medvedev bir tercih yapmak zorunda kalacak. Nihayetinde ölçüt; verdiği sözler değil somut eylemleri olacak.

42 yaşındaki genç devlet başkanı, doğru adımı atması için kendisine fırsat verilmesini hak ediyor. Rusya’da bir gün televizyonlar özgürce yayın yapmaya başladığında bunun Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Beyaz Rusya gibi ülkelerde de etkisi olacaktır. Zira bu ülkelerde Moskova’dan yapılan televizyon programları ilgiyle izleniyor. Ayrıca Rusya’daki özgür basın, Bağımsız Devletler Topluğu ülkelerindeki basın bekçilerini de baskı altına alacaktır. Özetle, Medvedev omuzlarında sadece Rusya’nın sorumluluğunu taşımıyor.

Dünyanın her köşesinde otoriter rejimler değişimden korkar. Bu nedenle bağımsız gazetecilere hep baskı uygulanır. Örneğin Zimbabve’nin Devlet Başkanı Robert Mugabe, ülkedeki iktisadi koşullar ve kötü yönetim tarzı hakkında gerçekleri söyleyen herkes üzerinde baskı uyguluyor. Mugabe gibi Afrika, Asya ve Doğu Avrupa’da bir çok diktatör var. Basın özgürlüğü gününde, batılı ülkelerde de ihlaller yaşandığı gizlenmemeli.

Amerikan yönetimi, sürekli olarak basın kuruluşları üzerindeki etkisini arttırmaya çalışıyor. Bu yolla Afganistan ve Irak’taki durumun basında iyi bir şekilde yansıtılması için çabalıyor. Federal Alman dış istihbarat teşkilatı BND de yurttaşlarını terörden koruma bahanesiyle gazetecilerin internet yazışmalarını takip ederek, kanunların sınırlarını zorluyor.

Elbette ki bunlar Sudan, Myanmar ve Çin’deki basın özgürlüğü ihlalleriyle kıyaslanamaz. Zira Almanya’da, istihbarat örgütü yasaları ve insan haklarını ihlal ettiğinde derhal harekete geçilir. Radyolarla televizyonlar olayı kamuoyuna kapsamlı bir şekilde yansıtır ve demokratik yollardan seçilen siyasetçiler soruşturma komisyonlarında konunun takipçisi olurlar. Bu işe karışmış istihbarat teşkilatı çalışanları ikaz edilir ya da işlerine son verilir.

Oysa ki diktatörlük altında yönetilen ülkelerde yaşananlar çok farklı. Çünkü Çin’de olduğu gibi, bu ülkelerde istihbarat kuruluşları bağımsız basına baskı uygularken, hükümetin emirleri doğrultusunda hareket ederler.

Çin’de insanlar, devlet etkisi altında olmayan bir basını hayal dahi edemiyorlar. Mesela, Amerikan ya da İngiliz basını Tibet’te yaşananlar hakkında yanlış haber yaptığında Çinliler, bunun batının kendilerini hedef alan bir kampanyanın parçası olduğunu düşünüyor. Amerika ve Avrupa Birliği’nin Çin’in iktisadi gelişimini hazmedemediğini iddia ediyorlar. Bu saçma bir düşünce. Aksine sanayi ülkeleri, Çin’de artan refah düzeyinden yararlanıyor. Çünkü Çin sanayi ülkeleri için yeni ve devasal büyüklükte bir sürüm ve satış pazarı.

Batıda gazetecilerin hata yaptıkları doğrudur. Buna Tibet ile ilgili hazırlanan bazı haberler dahil. Ancak bunun arkasında Çin’e karşı bir komplonun yattığını iddia etmenin nedeni bilgisizlik, aşırı milliyetçilik, aşağılık kompleksi ya da hepsinin bir karışımı olabilir. Çin’deki basın özgür olsaydı Çinliler doğrulardan daha çok haberdar olurdu. Ancak her diktatörlükte olduğu gibi Pekin’deki komünistler de bilgili yurttaşlardan, şeffaf tartışmalardan, eleştiriden ve basın özgürlüğünden korkuyor. Değişim istemiyorlar. Çünkü iktidarlarını sürdürmek istiyorlar.