1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

“Merkel’in en büyük endişesi Türkiye’de istikrarsızlık”

15 Aralık 2020

Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Brakel, Merkel’in Türkiye stratejisinin gerisinde yatan endişeler ve Osman Kavala ile yabancı vakıflara yöneltilen casusluk suçlamaları hakkında DW Türkçe'ye konuştu.

https://p.dw.com/p/3mjGV
Nato-Gipfel -  Angela Merkel und Recep Tayyip Erdogan
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/B. von Jutrczenka

Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Kristian Brakel, AB-Türkiye hattındaki son gelişmeler, Merkel’in Türkiye stratejisinin gerisinde yatan nedenler, Türk Hükümeti'nin reform vaadi ve Osman Kavala ile yabancı vakıflara yöneltilen casusluk suçlamaları hakkında çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye tutumunda, tüm bölgeyi etkileyebilecek "istikrarsızlık" endişesinin etkili olduğuna dikkat çeken Brakel, Türk siyasi liderliğinin reform vaadi için, "İçi boş söylemler gibi görünüyor. Bunu destekleyebilecek nitelikte tek bir somut adım yok" dedi.

Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinin "değer taşıyan, somut bir adım görmek istediğine" vurgu yapan Brakel, "Osman Kavala'nın serbest bırakılması gibi bir gelişme olursa örneğin, bu hem Avrupa başkentleri hem ABD’de çok, çok olumlu karşılanır" görüşünü kaydetti.

Osman Kavala ve yabancı vakıflara yönelik casusluk suçlamaları için "somut, hukuki bir dayanak yok" değerlendirmesinde bulunan Brakel, Kavala'nın üç yıldır cezaevinde tutulması ile ilgili olarak da "Ben bunun cumhurbaşkanı için kişisel bir dava olduğu kanaatindeyim" değerlendirmesini aktardı.Kristian Brakel'e yönelttiğimiz soru ve yanıtları şöyle:

DW Türkçe: AB liderler zirvesinde, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetlerine tepki olarak yaptırım listesinin genişletilmesi kararlaştırıldı. Ancak Yunanistan ve Kıbrıs gibi AB üyelerinin silah ambargosu gibi daha sert yaptırımlar talepleri karşılık bulmadı. Sizce kararlar AB'nin Türkiye politikaları hakkında nasıl bir fikir veriyor?

Kristian Brakel: AB'nin dış politikasına ilişkin konularda oy birliğinin sağlanması, üye ülkelerin farklı çıkarları olması sebebiyle her zaman zor olmuştur. Bu sürpriz değil tabii ki. Ama zirve kararları aynı zamanda şunu da gözler önüne seriyor: AB halen Türkiye ile ilişkileri nasıl sürdürmesi gerektiğine dair ortak bir strateji bulamadı. Türkiye'nin nasıl algılanması gerektiği konusunda da mutabakat yok. Türkiye AB'ye hasım mı, sorun yaratan bir komşu mu? Yoksa Türkiye, AB için bir tür stratejik partner olmaya devam ediyor mu? İşte bu sorulara verilen yanıtlarda görüş ayrılıkları sürüyor. Ayrıca kimi üye ülkeler, ekonomi ya da güvenlik alanında, Suriye ve mülteciler gibi konularda, karşılıklı bağımlılık oluşturan bazı konularda Türkiye ile yürüttükleri iş birliğinden vazgeçmek de istemiyor.

Aslında üye ülkelerin hemen hepsi AKP hükümetinin hem iç hem dış politikasından büyük endişe duyuyor, Ankara’ya yoğun tepki de var. Bu konuda görüş farklılığı yok gibi. Daha çok verilecek tepkinin ne olması gerektiği konusunda görüş ayrılıkları var…

Kesinlikle haklısınız, gelinen noktada Türkiye'nin takındığı üslup ve tavırdan genel bir rahatsızlığın olduğu doğru. Ama şu da göz ardı edilmemeli. Yunanların ve Kıbrıslıların, Türkiye ile sorunların çözümü için, buna geçmişteki çözüm çabalarında sergiledikleri tavırlar da dahil, her zaman çok da yapıcı rol oynamadıklarını düşünen AB üyesi ülkeler de var. Fransa’nın yaklaşımının doğru olmadığını düşünenler de var. Örneğin Almanya'nın, Fransa'nın Libya politikalarının bazı yönlerinden çok da memnuniyet duymadığı bir sır değil. Öte yandan, Türkiye'deki yatırımları bakımından, iktisadi açıdan zarar görebileceğini düşünen üyeler de var, İspanya ya da İtalya gibi… Büyük bir Türk diasporası olan Almanya'nın da farklı hassasiyetleri var. Türkiye ile özellikle göç konusundaki iş birliğini de ayakta tutmaya çabalıyor.

Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Kristian Brakel
Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Kristian BrakelFotoğraf: picture-alliance/dpa/M. Redeligx

AB kararlarında ayrıca Türkiye ile ilişkilerin ABD ile koordineli bir şekilde ele alınacağına dikkat çekiliyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel de örneğin silah ambargosu gibi konuların NATO’da, ABD ile görüşülmesi gerektiğine işaret etti. Bu ne anlama geliyor?

Burada verilmek istenen mesaj şu: Başka silah tedarikçileri silah satışına devam ederken, sadece Almanya'nın bir ülkeye silah satışını durdurması sonuç vermez. Özellikle Almanya'daki muhafazakâr çevrelerde İngiliz şirketler ya da ABD’liler bu satışları yaparken Almanya'nın tek taraflı bunu durdurmasına karşı çıkanlar var. Eğer bir adım atılacaksa koordineli olması gerektiği görüşünü yansıtıyor. Ama konunun NATO'da ele alınacak olması da bundan pek de bir sonuç çıkmayacağı anlamına da gelebilir…

Türk basınında Almanya, özellikle Başbakan Angela Merkel, Türkiye’ye yönelik sert yaptırımları önleyen lider, Türkiye'nin dostu olarak yüceltiliyor. Ama aslında Doğu Akdeniz yaptırımları konusunda, yeni listelerin oluşturulması kararlaştırıldı, üstelik mart ayına kadar da ilave ne tür adımlar atılabileceğine ilişkin, yani ekonomi, siyasi ve ticaret alanında gündeme gelebilecek yeni yaptırımlar konusunda öneriler hazırlanması talimatı verildi. Özetle AB daha sert olası yaptırımları da gündemine aldı. Size göre AB'nin bu adımları herhangi bir sonuç verir mi?

Yaptırımlar etkili olabiliyor. Rusların, ABD'lilerin ya da bir kaç yıl önce Alman Hükümeti'nin Türkiye'ye uyguladığı zorlayıcı önlemlerin sonuç verdiğini gördük. Uluslararası politikada yaptırımları tartışırken, nihai hedeflerin önem taşıdığını görüyoruz. Örneğin ABD'nin İran'a uyguladığı gibi nihai hedefiniz rejim değişikliği ise o zaman sonuç vermiyor. Şimdi Türkiye konusunda Avrupa Birliği'nin amacı, Ankara'ya kimi sınırlar olduğunu göstermek ise o zaman bu tür adımların etkisinin olabileceği söylenebilir. Ama Merkel'i kanımca düşündüren bu tür yaptırımların olası yan etkileri. En büyük endişe, Avrupa’ya daha fazla göçmen akını olması değil. Alman şirketlerinin Türkiye’deki yeni yatırımlarının zora girmesi de değil. Merkel'in aslında en büyük endişesi, Türkiye içinde bir ekonomik ya da siyasi istikrarsızlık yaşanması olasılığı. Bunun tüm bölgeyi etkileyebilecek olası sonuçları olabileceği değerlendirmesi yapılıyor.

AB kararlarında artık Türkiye'nin üyelik sürecinden neredeyse hiç söz edilmiyor. Zirve kararlarında Türkiye genişleme başlığı altında değil, dış politika başlığı altında yer alıyor. AB "pozitif gündem” başlıklı daha yakın siyasi diyalog öneriyor, ancak bu da üyelik müzakereleri dışında başka bir zemine işaret ediyor. Zaten Merkel de Türkiye'nin tam üyeliğine her zaman kuşkulu yaklaştı. Türk hükümeti de Türkiye'nin yerinin Avrupa olduğunu, reformlar yapılacağınııklamış olsa da bugüne kadar herhangi bir ciddi adım atmadı. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik süreci resmi olmasa da fiilen artık bitti denilebilir mi?

Türk siyasi liderliği tarafından yapılan bu açıklamalar içi boş söylemler gibi görünüyor. Bunu destekleyebilecek nitelikte tek bir somut adım yok. Brüksel ve diğer Avrupa başkentleri en azından sözden ibaret olmayan, değer taşıyan, somut bir adım görmek istiyor. Osman Kavala'nın serbest bırakılması gibi bir gelişme olursa örneğin, bu hem Avrupa başkentleri hem ABD’de çok, çok olumlu karşılanır.

Dikkatler üç yılı aşkın süredir cezaevinde tutulan Osman Kavala'nın bireysel başvurusunu görüşecek olan Anayasa Mahkemesi’ne çevrildi. Ayrıca Kavala, "casusluk” suçlamasıyla cuma günü yeniden hâkim karşısına çıkacak. AİHM'nin Kavala'nın serbest bırakılması yönündeki kararının uygulanmaması nedeniyle Avrupa Konseyi'nin Türkiye üzerindeki baskısı gittikçe artıyor. Sizce Kavala neden halen cezaevinde tutuluyor?

Ben bunun cumhurbaşkanı için kişisel bir dava olduğu kanaatindeyim.

Peki neden? Hangi gerekçeyle?

Bu soruyu cumhurbaşkanına sormak lazım…

Kavala iddianamesinde sizin de temsilcisi olduğunuz Heinrich Böll Vakfı'nın da aralarında olduğu yabancı vakıflar hakkında "casusluk” suçlaması yöneltiliyor. Sizler ortak açıklamayla bu suçlamaları reddettiniz… Bu suçlamalara dayanak oluşturabilecek somut ne gibi iddialar var, bu suçlamaları neye bağlıyorsunuz?

Bu suçlamanın akılcı, somut, hukuki hiçbir dayanağı yok ki. Türk hükümeti bizim ne yaptığımızı biliyor. Her yıl raporlarımızda hangi projeleri kimlerle yaptığımız kapsamlı bir şekilde yer alıyor. Birkaç hafta önce yine İçişleri Bakanlığı bir denetim yaptı. Düzenli olarak ne yaptığımız, faaliyetlerimiz denetleniyor. Vakıfları bir tür gizli komplo senaryoları ile ilişkilendirmek tamamen akıl dışı. Vakıflar hükümetlere bağlı çalışmıyor, ama bu tür iddiaları birileri Türk hükümetine bağlı olarak faaliyet gösteren Yunus Emre için bile söylese, ben ‘hayır bunlar doğru değil' derim. Osman Kavala iddianamesinde yazanların Türk hukukunda da yasal bir dayanağı yok ki. Okuyunca kafanızda oluşan algı şu: Onu cezaevinde tutacak somut, hukuki bir dayanak yok. Eğer Türk hükümeti gerçekten de beyan ettiği gibi hukuk alanında reform yapmak istiyorsa işte bu tür hukuki dayanağı olmayan tutukluluk hallerine son vererek, ‘artık yargıya siyasi müdahale olmayacak” demelidir.

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe