Hukuk devletinin Mutasaddık kararı
19 Ağustos 2005“Faslı Münir el Mutassadık, kendisine karşı yürütülen ikinci mahkeme sürecinde Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi tarafından 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme böylelikle başsavcılığın en yüksek ceza olan 15 yıl hapis istemini kabul etmedi. Ancak 2003 yılında verdiği, ama geçen yıl Yargıtay tarafından bozulan kararını da yinelemedi. İlk mahkeme sürecinde, Mutassadık 11 Eylül saldırılarında 3 binden fazla sivilin ölümüne yol açmaktan hüküm giymişti. Şimdi ise sadece terörist bir örgüte üye olmaktan suçlu bulundu.
Mutassadık davası, hukuk devletinin dini fanatizm kökenli teröre karşı mücadelede ne kadar zor koşullar altında bulunduğunu bir kez daha gösteriyor. Adaletin işini güçleştiren sadece suçun arkasındaki nedenler değil, aynı zamanda teröristlerin El Kaide lideri Usame bin Ladin’e bağlı olarak dünya çapında faaliyet göstermesi. Bu tür suçluların takibatında Almanya’da Alman soruşturma makamları tarafından edinilen veriler tek başına yeterli olmuyor.
İlk Mutassadık davasındaki mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından bozulmasını başka türlü açıklamak mümkün olmazdı. Alman soruşturma makamları ve Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi, büyük ölçüde, kendilerine Amerikan makamlarından fakslanan bilgilere dayanmak zorunda kalmışlardı. Bu bilgiler hayal kırıklığı yaratacak ölçüde yetersiz ve kuruydu. Ayrıca ifadelerin işkence ya da başka bir şekilde şiddet kullanarak alınıp alınmadığı da belli değildi.
Ebu Gureyb ve Guantanamo’daki skandalların damgasını vurduğu bir dönemde Amerikan kaynaklı bilgiden şüphelenmek yanlış değil. İlk mahkumiyet kararının bu nedenle bozulması da artık mantıklı görünmüyor. Amerika’dan gelen bilgiler aslında sanığın yükünü hafifletmiş olsa da. Bu tür bir davanın şizofrenik yönünü tamamlayan ise şu: Sanığın yükünü hafifletmiş, ama kararı hiç etkilememiş olan materyalin yanlış yollardan edinilmiş olabileceği olasılığı kararın bozulmasına neden oluyor.
Bir yıl süren ve 112 tanığın dinlendiği ikinci mahkeme süreci işte bu nedenle boş işlerle uğraşmak zorunda kaldı. 11 Eylül saldırganları ile tanışıyor olması, aralarından bazılarıyla çeşitli arkadaşlık münasebetlerinin bulunması, Afganistan’daki bir El Kaide eğitim kampında kalmış olması, Amerika’dan ve Yahudiler’den nefret etmesi gibi. Ama sanığın 11 Eylül saldırı planlarına bizzat katıldığı hala kanıtlanabilmiş değil. Mahkeme ise suç yönünde çok sayıda işaret olması dolayısıyla suça kanıt olduğunu varsaydı, ama bu yine de ilk davada savcılığın talep ettiği ve kabul gören 15 yıl hapis cezasını vermeye yetmedi.
Bu koşullar altında hukuk devletine yapacak tek birşey kalıyor: İçine sinmese de sanığı serbest bırakmak. Tabii bu durumda başsavcı Kai Nehm, yargıçlar ve hatta belki Mutassadık’ın avukatları bile yanlış kişinin salıverildiği duygusundan kurtulamazdı. Ancak duyguların adaletin hükmünü etkilemesine izin verilemez. Bu, hukuk devletinin en güçlü yönlerinden biri, ama aynı zamanda en büyük zayıflıklarındandır.”