1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Depremde değişmeyen tablo: Denetim ve altyapı yok

7 Şubat 2023

Türkiye'yi sarsan Kahramanmaraş merkezli depremler, kamu yönetiminin sorumluluğunda olan denetim, planlama ve altyapıdaki yetersizliği acı bir şekilde gözler önüne serdi.

https://p.dw.com/p/4NCZe
Diyarbakır da depremden etkilenen iller arasında
Diyarbakır da depremden etkilenen iller arasındaFotoğraf: Sertac Kayar/Reuters

Kahramanmaraş merkezli depremlerde ortaya çıkan acı tablo giderek ağırlaşıyor. 

Resmi açıklamalara göre Pazarcık ve Elbistan'da saat 04.17 ve 13.24'te meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem, Şanlıurfa, Gaziantep, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis ve Malatya'da 5 bin 775 binanın çökmesine neden oldu. Henüz teyidi yapılmamış ama yıkıldı ihbarı gelen bina sayısı ise 11 bin 302 olarak açıklandı. 

Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı'nın (AFAD) açıklamasına göre Salı günü saat 19.00 itibarıyla depremde en az 4 bin 544 kişi hayatını kaybetti, 26 bin 721 kişi de yaralandı.

Arama kurtarma çalışmalarında 8 binin üzerinde vatandaşın kurtarıldığı yetkililerce ifade edilirken, enkaz altında kalanlara ulaşma çabaları devam ediyor. Depremin üzerinden geçen süre uzakdıkça,  soğuk hava şartları donma tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Deprem, konutlar ve hastane, havalimanı, yurt gibi kamu binalarının yanı sıra ulaşım yollarına zarar verirken, enkazların başında yakınlarından haber bekleyen vatandaşlar bölgede arama kurtarma faaliyetlerinin geciktiğine işaret etti. Göl havzasına inşa edilen Hatay Havalimanı depremden hasar gördüğü için uçuşlara kapatılırken, Hatay Reyhanlı'daki yolun ise ortadan ikiye ayrıldığı gözlendi. Hatay'ın yanı sıra Gaziantep, Malatya, Adıyaman ve Kahramanmaraş'ta bazı otoyollar çökme ve hasar nedeniyle trafiğe kapatılırken, deprem bölgesine ulaşımı sağlayan bazı otoyollarda ise kar ve tipiden dolayı ulaşım gerçekleştirilemedi.

Yakınlarını kaybedenler seslerini sosyal medyada ve basın yoluyla duyurmaya çalışırken Hatay'da yaşayanlar, kurtarma ekipleri ve yardımların yeterli olmadığını belirterek yetkililere çağrı yaptılar. AFAD 60 bin 217 personelin görev yaptığını duyurdu.

Depremin ardından ortaya çıkan tablo yaşanan acıyı katlarken, çöken kamu binaları, aksayan ulaşım ve yıkılan yeni binalar Türkiye'de uzun yıllardır devam eden denetim, planlama ve altyapıya ilişkin problemlerin çözülmediğini bir kez daha gözler önüne serdi. 

Türkiye'de milat olacağı söylenen 1999 Marmara depreminden bu yana tablonun değişmediğinin acı bir şekilde ortaya çıktığını vurgulayan uzmanlar, bu acının bir daha yaşanmaması için yetkilileri sorumluluk almaya çağırıyor.

"Kaynaklar israf projelerine harcandı"

DW Türkçe'ye konuşan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) eski uzmanı Prof. Dr. Uğur Emek, AKP döneminde mega projelere 160 milyar dolarlık garanti verildiğini ifade ederek "Bu para deprem riski altında olan konutların dönüşümü ve altyapı için kullanılabilirdi" diyor.

Bunun bir önceliklendirme meselesi olduğunu ifade eden Emek, "Siz gidip Marmara'nın iki tarafına iki tane köprü yapıncaya dek buralardaki yol ve konut sorunlarını halletmiş olsaydınız, hastane sorunlarını halletmiş olsaydınız böyle bir sorunumuz olmazdı. Hatay'a ulaşamıyoruz ne demek? 21'inci yüzyıl Türkiye'sinde doğal afet nedeniyle bir bölgeye ulaşamıyorsunuz. Deprem zaten içimizi çok acıttı. Ulaşım sağlayamadığımız için insanlar bir taraftan soğuktan yani hipotermiden ölmeye başladılar" ifadelerini kullanıyor.

Türkiye'nin 'şaşaalı' mega projelerden vazgeçerek bir ulaştırma planı yapması gerektiğinin altını çizen Emek, Çanakkale Köprüsü'nün uzunluğunun dünyanın en büyüğü olsun diye bin 510 metreden 2 bin 23 metreye çıkarıldığını hatırlatıyor. Emek, "Sırf bunun için ekstradan milyarlarca dolar harcıyorsunuz. O paralar bu bölgelerin yollarına, bu bölgelerdeki altyapıya harcanabilirdi. Bu bölgelerdeki evler yeniden gözden geçirilebilirdi, sağlamlaştırabilirdi, kentsel dönüşüm yapılabilirdi. Ancak israf projelerine harcandı" diye konuşuyor.

"24 yıldır hazırlanmaktan bahsediyoruz"

DW Türkçe'ye konuşan İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Füsun Sümer de "23-24 yıldır depreme hazırlanmaktan bahsediyoruz. Ama bu acı olaylarla da görüyoruz ki hazırlanmamış olduğumuz çok aşikar" diyor.

1999 depreminden sonra 'bu milat kabul edilsin' dense de bu miladın hiç bitmediğini söyleyen Sümer'e göre, afet öncesi yapılması gerekenler aslında belli. Ancak çok basit önlemlerle bu sonuç önlenebilecekken bu yapılmadı.

"Denetim mekanizması işlemiyor"

"Yapı stokumuzun ne kadar kötü durumda olduğunu bir kez daha bu acı olayla anladık" diyen Sümer, depremde bilime ve mevzuata uygun olmayan binaların yıkıldığına işaret ediyor. Sadece eski binaların değil yeni binaların da yıkıldığına dikkat çeken Sümer'e göre bu durum 1999 depreminden sonra çıkan yasaya rağmen yapı denetim mekanizmasının işlemediğini ortaya koyuyor. Sümer, bu nedenle tehlikenin daha büyük olduğuna işaret ediyor.

Şehir planlamasında da sıkıntılar olduğunu, yerleşim birimlerindeki evlerin önemli bir kısmının fay hattının üzerine kurulduğunu aktaran Uğur Emek de "O imar planlarını yaparken deprem uzmanlarının görüşüne başvurdunuz mu? Hayır tabii ki. Şehrin nerede rant getiren yerleri varsa oraya imar yapılıyor. Daha bir iki sene önce yapılan binalar yıkılıyor. Yapı denetimi diye bir şey yok" diyor.

Türkiye'de imar izni yerel yönetimler tarafından verilirken bazı büyük projeler Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın talimatıyla hayata geçiyor. Riskli yapı tespiti ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, belediyeler, il özel idareleri veya Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlar tarafından yapılıyor.

İskenderun'da deprem sonucu hastane binası yıkıldı
İskenderun'da deprem sonucu hastane binası yıkıldıFotoğraf: Benoit Tessier/REUTERS

"Kentsel dönüşüm bütünlüklü olmalı"

Kentsel dönüşümün parçacı bir anlayışla değil, bütünlüklü kent planlarının bir parçası olarak ele alınması gerektiğini vurgulayan Sümer, "Kentsel dönüşümün maalesef öncelikle kentlerin ihtiyacı olan bölgelerde değil, gayrimenkul sektörünün talebi olan, rant değeri yüksek olan bölgelerde yoğun olarak gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bunu tersine çevirmediğimiz sürece bu acılar yaşanmaya devam eder. Şu anki sistemle bu konuya çözüm bulmak mümkün değildir. Bu acılardan kurtulmak için bu anlayışın değişmesi gerekiyor" diye ekliyor.

Yerel ve merkezi yönetimlerin siyaset üstü bir anlayışla bu konuya çözüm üretmesi gerektiğini vurgulayan Füsun Sümer, "Bu iş birliğinin sağlanmaması nedeniyle olan yine vatandaşa oluyor. Hayatıyla ödüyor. Sadece malıyla değil, hayatıyla da ödüyor. Çok acı yani bu. Başka ülkelerde de bu büyüklükte depremler oluyor ama böyle kayıplar olmuyor. İşte bunu sorgulamamız lazım" diye konuşuyor.

Bina envanteri yok

Türkiye'nin bina envanterinin de bulunmadığına dikkat çeken Sümer, tutulan kayıtların tapu sicilinde ve Çevre Şehircilik Bakanlığı'nda olduğunu, hesaplamaların nüfus verilerinden yola çıkılarak varsayımlarla yapıldığını söylüyor. Sümer, "Öncelikle bina envanterinin çıkarılması daha sonra da bu binaların hangilerinin yüksek riskli olduğunun tespitinin ivedilikle yapılması gerekiyor ki dönüşüm öncelikle bu riskli binalardan başlasın" diyor.

"İmar konusunda çok başlılık var"

Uğur Emek ise Türkiye'deki yapıları özel denetim firmalarının denetlediğini, ancak bu firmaların kendilerinin nasıl denetlendiği ve nasıl ruhsat aldığına ilişkin belirsizlikler olduğunu söylüyor. İmar konusunda çok başlılık olduğunu ve AKP döneminde bunun daha da yaygınlaştığını dile getiren Emek, "Şehir planı büyükşehir belediyelerinin yetkisindedir, belediyelerin yetkisindedir. TOKİ'ye imar yetkisi verirseniz, merkezi hükümete, Cumhurbaşkanına imar yetkisi verirseniz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na imar yetkisi verirseniz, şehir planı ve imar planının ruhunu, kendisini fiziki olarak paramparça ediyorsunuz demektir. Bunlar hep bunların sonucu. Bunlar böyle bir gecede ortaya çıkmış sorunlar değil" ifade ediyor.

Şehir planlamalarındaki yanlışlara değinen Emek, "Şehrin 20 kilometre dışına şehir hastanesi yapıyorsunuz. Arkasından elektrik, doğal gaz, kanalizasyon, su hattınızı, ulaştırmayı yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor. Bir tane bir şeyi yanlış yapıyorsunuz. Peşinden gelen onlarca kalem maliyet unsuru. Bunların hepsi kaynak israfı. Bunların hepsi normalde Anadolu'da harcanabilecek paralar" diye ekliyor.

Depreme karşı neler yapılabilir?

Depreme karşı en büyük hazırlık binaları güvenli hale getirmek. Füsun Sümer, bunun iki yolu olduğunu anlatıyor. İlki mevcut yapı stokunun durumunun tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya bu yapılamıyorsa yıkılıp yeniden yapılması. İkincisi ise yeni yapılan veya yapılmakta olan binaları bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmak.

Planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar geçen tüm sürecin mesleki yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmesi ve denetlenmesi gerektiğine dikkat çeken Sümer, "Mühendislik biliminin gereğini dikkate alarak yapı tasarım, uygulama ve denetim evresinin sağlıklı bir şekilde işletildiği ülkelerde doğa olayları afete dönüşmüyor" diyor.

İnşaat mühendislerinin bizzat işinin başında şantiyelerde tam gün durmasının birtakım basit hataları önleyeceğini dile getiren Sümer, "İnşaat projelerinde gerekli inşaat mühendisi istihdamı sağlanmadığı için insanlar bunu hem maddi ve hem manevi can kaybıyla ödüyor. Alınacak çok basit önlemlerle bu sonucun önlenebileceğini biliyoruz" ifadelerini kullanıyor.

Kamu kendini denetlemiyor

Öte yandan hastane, okul gibi yapıların önem kat sayıları nedeniyle sıradan bir yapıya göre daha dayanıklı olması bekleniyor. Ancak depremde bunun tam tersi gözlemlendi. Devlet hastaneleri ve yurtlar büyük hasar gördü.

Kamu binalarında yapı denetimi olmadığını belirten Sümer, bunun kamunun kendini denetlediği varsayımından hareketle yapıldığını, ancak yıkılan binaların burada da bir denetim eksikliği olduğunu gösterdiğini dile getiriyor.

Kamu binalarının depreme dayanıklılığına ilişkin tespitler yapılıp ihaleyle güçlendirme ya da yıkıp yeniden yapma çalışmalar yapıldığını aktaran Sümer, "Afet durumunda vatandaşların talebinin artacağı yerlerin son derece güvenli bir şekilde hizmet vermeye devam edebiliyor olması gerekiyor. Bu konuda da Sağlık Bakanlığı'nın pek çok ihaleleri yapıldı, mevzuatların da depreme karşı güvenli hale getirilmesi için birtakım olumlu değişiklikler yapıldı. Ama bunun hayata yansıması olmamış demek ki. Tümünü kapsamamış. Bu anlamda da bir eksik var" diyor.

İhalelerde sorumluluk 10 yıl

Uğur Emek ise yıkılan kamu binalarıyla ilgili Kamu İhale Kanunu'nu hatırlatıyor. Kanun'a 2001 yılında yapılan değişiklikle, "Kamu ihaleleriyle kamu binalarını yapanların 10 yıl sorumluluğu vardır" diye bir hüküm konulduğu belirten Emek, bu maddenin çalıştırılıp çalıştırılmayacağının henüz belirsiz olduğunu söylüyor. 

Depremden kamunun yanı sıra özel hastanelerin de zarar gördüğünü, yıkılan binalar arasında, içerisinde deprem yönetmeliğine uygun olduğunu gösteren ilanların bulunduğu binalar olduğunu dile getiren Emek, "İktidar partisi mensupları cezasızlığa inandıkları için bu kadar özensiz davranma hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. Günün sonunda bu bir cinayet, kaza falan değil. Taammüden adam öldürmek bu. Ne uğruna rant" ifadelerini kullanıyor.

 

DW-Reporterin Pelin Ünker
Pelin Ünker Yolsuzluk ve vergi adaleti üzerine haber yapan araştırmacı gazeteci.@pelinunker