1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

AİHM azınlık vakıflarına hak verdi

Kayhan Karaca/Strasbourg9 Ocak 2007

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı’nın Türkiye'ye karşı açtığı davada, Ankara’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mülkiyet hakkıyla ilgili maddesini ihlal ettiğine karar verdi. Karar, diğer davalar için emsal teşkil edecek olması bakımından da özel bir önem taşıyor.

https://p.dw.com/p/AZYR
Mahkeme, Ankara’yı vakfa 1996 yılında tapuları iptal edilen gayrimenkullerini iade etmek ya da bedellerini ödemekle cezalandırdı.
Mahkeme, Ankara’yı vakfa 1996 yılında tapuları iptal edilen gayrimenkullerini iade etmek ya da bedellerini ödemekle cezalandırdı.Fotoğraf: AP

Türkiye’nin Müslüman olmayan dini azınlıklarına mensup cemaat vakıfları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) önemli bir kazanım elde etti. Mahkeme, Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı’nın 1997 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı açtığı davada, Ankara’yı davacı vakfa 1996 yılında tapuları iptal edilen gayrimenkullerini iade etmek ya da söz konusu gayrı menkullerin bedelini ödemekle cezalandırdı. Tapular vakıf adına yeniden kaydedilmezse Ankara davacı vakfa 890 bin Euro tazminat ödeyecek.

Davacı vakıf 1997 yılında Strasbourg Mahkemesi’ne başvurmuş ve biri Beyoğlu, diğeri Kadıköy’de bağış yoluyla elde ettiği iki ayrı gayrimenkul için, 1952 ve 1958 yıllarında İstanbul valiliği tarafından kendisine verilen tapuların Hazine’nin girişimi üzerine 1996 yılında mahkeme kararıyla elinden alınmasını protesto etmişti.

Vakıf, 40 yılı aşkın bir süre söz konusu gayrimenkullerin yasal sahibi olduktan ve bu gayrimenkuller için vergi ödedikten sonra gelen bu kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mülkiyet hakkı ve ayrımcılıkla ilgili maddelerine aykırı olduğunu savunuyordu.

Ulusal güvenlik gerekçesi

Söz konusu tapular, 1974 yılında Yargıtay’ın, ulusal güvenliği gerekçe göstererek, dini azınlıklara ait vakıfların mülk edinmelerine ilişkin aldığı bir karar temelinde mahkemeler tarafından iptal edilmişti.

Strasbourg Mahkemesi’nin bugün açıklanan gerekçeli kararında, 1950’li yıllarda tapular vakıf adına kaydedilirken hiçbir kamu otoritesinin buna karşı çıkmadığı ve kayıt işlemlerinin dönemin Türk yasalarına uygun şekilde gerçekleştiği belirtiliyor. Kararda, son yıllarda vakıflar kanununda yapılan değişikliklerle beraber, Türk hukuk sisteminin cemaat vakıflarının gayrimenkul elde edebileceğini kabul ettiğine vurguda da bulunuluyor. Bu tespitlerden yola çıkılan kararda, Ankara’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mülkiyet hakkıyla ilgili maddesini ihlal ettiği hükmü yer alıyor.

Ayrımcılık yapılmadı

Mahkeme, buna karşılık, davacı vakfın kendisine ayrımcılık yapıldığına ilişkin tezlerini ise kabul etmedi ve başvurunun bu bölümünün ayrı bir inceleme gerektirmediği sonucuna vardı.

Strasbourg Mahkemesi, tazminat konusunda da davacı vakfın taleplerine tam olarak olumlu yanıt vermedi. Davacı vakıf, mülk değeri olarak yaklaşık 840 bin dolar, 1996 yılından bu yana gayri menkulleri kullanamadığı için de yaklaşık 924 bin dolar talep ediyordu. Bu rakamları “varsayımlı” olarak niteleyen mahkeme, gayrimenkullerin vakıf adına tapuya yeniden kaydedilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mülkiyet hakkıyla ilgili maddesi için tatmin edici olacağını, ancak bu işlem gerçekleşmezse Ankara’nın davacı vakfa 890 bin euro maddi tazminat, 20 bin euro da mahkeme masrafı ödemesini kararlaştırdı.

Karar, Strasbourg mahkemesinde Ankara’ya karşı Müslüman olmayan dini azınlık vakıfları tarafından açılmış ilk dava hükmü olması bakımından önem taşıyor ve benzer diğer davalar için örnek teşkil ediyor. Benzer onlarca dava da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gündeminde sonuçlanmayı bekliyor.

Azınlık vakıflarının tarihçesi

Vakıfların Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuk sisteminde 1912 yılına kadar tüzel kişiliği bulunmuyordu. 1912 yılında çıkarılan bir kanunla vakıflara tüzel kişilik verildi ve gayrimenkul sahibi olabilmelerinin yolu açıldı. Hıristiyan cemaatlerine ait bu vakıflara o dönem “Osmanlı Müessesatı Hayriyesi” adı veriliyordu. Cumhuriyet döneminde, 13 Haziran 1935 tarihinde vakıflarla ilgili 2762 sayılı kanun çıkarıldı. Söz konusu kanun, medeni kanunun 4 Ekim 1926’ta yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş vakıfların işleyişini düzenliyor ve kendilerine tüzel kişilik tanıyordu. 2762 sayılı kanun vakıflara gayrimenkullerini tapuya kaydetme mecburiyeti getiriyor ve bir beyanname ile beyanname tarihine kadar elde ettikleri gayrimenkulleri ve tüzüklerini belirtmelerini şart koşuyordu.

Yargıtay ulusal güvenliği gerekçe göstererek 8 Mayıs 1974 tarihinde aldığı bir kararla, 1936 yılına kadar yapılan beyanların vakıfların kuruluş belgeleri olarak kabullenilmesine ve söz konusu vakıfların beyannamelerinde belirtilenden başka gayrimenkul elde edemeyeceklerine hükmetti. 2002 yılında gerçekleştirilen yasal düzenleme ile cemaat vakıflarına, tüzel kişilikleri olsun ya da olmasın, bakanlar kurulu izniyle gayrimenkul edinme hakkı tanındı. 2 Ocak 2003 tarihli 4778 sayılı kanunun 3’üncü maddesine ise azınlık cemaatlerinin satın alma, miras, bağış ve herhangi diğer bir yolla gayrimenkul edinebilmeleri için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izninin yeterli olduğu hükmü konuldu.