1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Yorum: Korona salgını ortasında bağış tartışması

1 Nisan 2020

Hükümet, CHP’li belediyelerin bağış hesaplarını neden dondurdu? Bu adımın siyasi sonuçları ne olacak? Deneyimli gazeteci Murat Yetkin DW Türkçe için yorumladı.

https://p.dw.com/p/3aIfP
Fotoğraf: Reuters/U. Bektas

Türkiye'de koronavirüs salgını nedeniyle ölenlerin sayısı 31 Mart itibarıyla 214 olarak açıklandı; hastalığa yakalananların sayısı da artışta. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bilim insanlarının yayılmayı yavaşlatmak için sokağa çıkma kısıtlaması dahil yeni önlem taleplerini şimdilik durduruyor. Onun yerine, 30 Mart’ta “Milli Dayanışma” adıyla bir yardım kampanyası başlattı. Çoğu hükümet salgından etkilenen vatandaşlarına maddi yardım yaparken, Türk hükümetinin vatandaşlardan yardım istemesi muhalefetin ve sivil toplumun tepkisine neden oldu. Bütün bunların üzerine hükümetin CHP’li belediyeler tarafından bankalarda açılan dayanışma bağışı hesaplarını dondurması, salgın günlerinde şiddetli bir siyasi tartışmanın başlamasına neden oldu. İşte bu süreçte ortaya çıkan bazı sorular ve şimdilik görünen tablo:

Gazeteci Murat Yetkin
Gazeteci Murat YetkinFotoğraf: Privat

Hükümet belediyelerin bağış hesaplarını neden dondurdu?

Türkiye'de ilk koronavirüs hastası 11 Mart’ta açıklandı. Ancak İstanbul ve Ankara başta olmak üzere CHP’li belediyeler bu tarihten önce, Şubat sonunda kendi yetkileri içinde bulunan şehir içi ulaşım araçları ve toplu bulunulan alanlar gibi yerlerde dezenfektasyon işlemlerine başlamıştı. Bu çalışmaları da kamuoyuyla paylaşıyorlardı. Bu durumu Erdoğan’ın bir süre hiç ortalıkta görünmemesi izledi; muhtemelen kendisini sınırlı tecrite almıştı. Bu süreçte CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener, daha fazla önlem talep ederek Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları doğrultusunda halktan evde kalmalarını isteyerek öne çıktılar. Merkez sağ tabanı da etkileme potansiyeli yüksek Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, bu sürede diğer belediyelerin de örnek aldığı pek çok uygulamayı başlatan kişi oldu. Mansur Yavaş ve İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir gün önce, 29 Mart tarihinde toplumsal dayanışma için bağış kampanyalarını da ilk başlatan kişiler oldu. Akşener’in 31 Mart sabahı emekli maaşlarını Ankara ve İstanbul bağış kampanyalarına yatırdığını açıklaması, Erdoğan açısından bardağı taşıran damla oldu. Birkaç saat sonra belediyelerin bağış hesapları bloke edildi.

Siyaseten anlamı nedir, İstanbul seçimi gibi ters tepebilir mi?

Bu adım siyaseten, koronavirüs salgınından bu yana sanki Erdoğan ve AKP’nin inisiyatifinden çıkmış gibi görünen gündemi yeniden ele geçirme çabası gibi duruyor. Nitekim son iki gündür medyanın odağı, ölümlerin ve hasta sayısındaki artışın devam etmesine karşın bağışlar konusuna kaymış durumda. Aynı şey muhalefet için de geçerli. Dolayısıyla Erdoğan, muhalefeti korona krizinin ortasında dahi kendi istediği sahaya çekmiş bulunuyor.

Ekonomik boyutta, belediyelerin topladığı yardım miktarının fazla önemi yok. Nitekim donduruldukları saatte İstanbul Belediyesi hesaplarında 6 milyona yakın, Ankara’da ise 2 milyonun biraz üzerinde bağış birikmiş durumdaydı. Ama Akşener’in bağış adresi göstermesiyle, bir anda siyasi algıda hükümetin girişimine alternatif ortaya çıkmış oldu. Bu durumun yalnızca siyasi planda değil, ekonomik planda da Erdoğan’ın otoritesini zayıflatabilecek bir adım olacağı düşüncesiyle, belediye hesaplarına müdahale edildiği anlaşılıyor. Ancak bu adımın Erdoğan’ın istediği sonucu verip vermeyeceği şüpheli. Bu zıtlaşma İstanbul seçimlerinin iptalinde olduğu gibi, Erdoğan ve hükümetine güven duymayan kesimlerin CHP-İYİ Parti ittifakıyla seçilmiş belediyelerin başka şekillerde sürdürülecek bağış kampanyalarına yönelmesi sonucunu doğurabilir. Kaldı ki, hemen hemen bütün büyükşehir belediyeleri, dolayısıyla nüfus yoğunluğu nedeniyle koronavirüs tehdidinin en fazla olduğu şehirlerde CHP’li belediye başkanları görevde.

Hükümet bu nedenle CHP'li belediyeleri görevden alabilir mi?

Mevcut durumda hiçbir ihtimal gözden uzak tutulamaz, kağıt üzerinde mümkün olabilir. Ancak HDP’li belediye başkanlarının gözaltına alınmasından dahi, sesini fazla çıkarıp tepki göstermese de rahatsız olan toplum; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi şehirlerin belediye başkanlarının, üstelik toplumsal dayanışma amacıyla bağış topladıkları gerekçesiyle görevden alınmalarını kabullenmez. Erdoğan, bunun sonuçlarının ağır olacağını hesap edecek deneyime fazlasıyla sahip bir siyasetçi. İşin bir başka boyutu daha var. Hükümetten destek alamayan bu belediyelerin, hükümetin dışarıdan bulabildiğinden çok daha uygun koşullarla proje kredisi bulabildiği de bir gerçek. Bununla birlikte hükümet, CHP’li belediyelerin bir siyaset alternatifi olmasının önünü kesmek amacıyla gerek İçişleri Bakanlığı, gerek Hazine ve Maliye Bakanlığı kanalıyla üzerlerindeki baskıyı artırabilir.

Macaristan’daki gibi anti-demokratik adımlara yol açabilir mi?

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, parlamentodan Covid-19 tehdidi ortadan kalkana dek ülkeyi yasa çıkarma gereği olmadan kararnamelerle yönetme yetkisi aldı. Üstelik tehdidin geçtiğine de kendisi karar verecek; yani fiilen parlamentoyu çok uzun süre askıda tutabilir. Maalesef şu anda bütün dünyadaki açık ya da örtülü eğilim bu ve bu eğilimin en yüksek demokratik standartlara sahip olan Avrupa Birliği (AB) bünyesinde ortaya çıkması da ayrı bir çelişki.

İşin bir başka boyutu, Türkiye’de salgın endişesiyle tıpçıların sokağa çıkma yasağı ya da kısıtlaması istemesi, muhalefetin de dünyadaki olumlu örnekleri göstererek bu talebe katılıyor olması… Ancak bu durumu bilerek ya da bilmeyerek sıkıyönetim ve olağanüstü hal taleplerine dek uzatanlar var. Siyasi açıdan tehlike burada. Dolayısıyla kısmen valilerin de yetkisinde bulunan sokağa çıkma kısıtlamasıyla, sıkıyönetim ya da olağanüstü hal uygulamalarını birbirine karıştırmamak gerekiyor.

Macaristan örneğinde ise AB yönetimi bu karara karşı çıktı. Orban’ın ise AB otoritesini dikkate almadığı örnekler yakın geçmişte, örneğin mülteciler konusunda yaşandı. Orban yine kendi uygulamasında ısrar ederse, dünyadaki otoriter eğilimlerin önünde bir somut örnek daha ortaya çıkmış olacak.

Murat Yetkin

© Deutsche Welle Türkçe