1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Yorum: Bunun adı işkence suçu

4 Nisan 2021

Kadıköy'de gösteri sırasında gözaltına alınan öğrenciler işkence gördüklerini anlattı: "Polis gözaltı aracında bir arkadaşın yüzüne ayağıyla bastı." Banu Güven, öğrencilerle konuştu ve DW Türkçe'de yazdı.

https://p.dw.com/p/3rZzL
Kadıköy'de 1 Nisan'da düzenlenen eylemde polisin sert müdahalesi fotoğraflara da yansıdı
Kadıköy'de 1 Nisan'da düzenlenen eylemde polisin sert müdahalesi fotoğraflara da yansıdıFotoğraf: Bulent Kilic/AFP

Türkiye'de her gün suç işleniyor.

İktidarın dediği türden suçlar değil bunlar, ama iktidarın bilgisi dahilinde, onayıyla işlenen suçlar. Devlet memurlarının işlediği ve hatta talimatla işlemeye devam etmesi istenen suçlar.

Bir kere Anayasa ile güvence altına alınan barışçı gösteri ve toplantı hakkı çiğneniyor. Lafı uzatmadan Anayasa Mahkemesi'nin 18 Kasım 2020 tarihinde verdiği bir karardan alıntı yapalım: "Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin düşünce açıklamalarında bulunmak amacıyla açık veya kapalı mekânlarda bir araya gelebilme serbestisini korumaktadır. Söz konusu hak, ifade özgürlüğü ile birlikte demokratik toplumun temelini oluşturmaktadır."

Bu hak ihlal edilirken de insana verdiği bedensel ve ruhsal zarar yönünden daha da büyük bir suç işleniyor. İşkence suçu. Yine Anayasa'ya bakalım: Anayasa'nın 17. Maddesi doğrudan "Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz" diyor. Anayasa'nın 15. Maddesi de, özetle "savaş ve seferberlik durumlarında, savaş hukuku dışında bile kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz" demekte.

Türkei Istanbul | Auseinandersetzungen mit der Polizei während Studentenprotesten
Fotoğraf: Bulent Kilic/AFP

Peki Türkiye'de ne olmakta? Demokratik haklarını savunmak için Anayasa'nın kendilerine verdiği hakkı kullanan öğrenciler, hem gösteri yaparken, hem gözaltına alınırken, hem gözaltı esnasında eziyet ve işkence görmekteler. Anayasal haklarını savunur ve gözaltına alınmaya direnirken, hayatlarına kastedecek derecede şiddet ile karşılaşmaktalar.

Bunun son örneğini Kadıköy'deki gözaltılarda gördük. Ertesi gün mahkemeye çıkacak iki tutuklu öğrenci, Anıl ve Şilan için özgürlük  talebiyle bir basın açıklaması yapmak isteyen öğrencilere acımasızca saldırıldı. Bu şiddet fotoğraflara yansıdı. Görgü tanıklarının ve basın mensuplarının belgelediği darp inanılır boyutta değildi. Bir de bu şekilde belgelenemeyen, gözaltı otobüsünde sürdürülen polis şiddeti vardı. Onu da o fotoğraflarda gördüğünüz gözaltına alınıp, işkence görüp, 6 saat sonra bırakılan öğrencilere sordum.

Türkei Istanbul | Auseinandersetzungen mit der Polizei während Studentenprotesten
Fotoğraf: Bulent Kilic/AFP

"Nefes alamıyor, ölsün mü? Ölsün"

Daha önce de gözaltına alınan, ev hapsi yeni biten, ama arkadaşlarının serbest bırakılmasını istemek için Kadıköy'e giden Hasan Doğan en fazla zarar görenlerden biriydi. Aynı George Floyd gibi yere yatırıldı, başına dizleriyle çöktü polisler. Hasan o sırada fotoğraflara yansıyan başka bir kötü muameleye engel olmaya çalışıyordu. Boğazı sıkılarak, vücudunun her yerinden çekiştirilerek darp edilen kadın öğrenciyi kurtarmaya çalışanlardan biriydi o da. Hasan "Bir tek ben değildim, başkaları da bu tür uygulamalarla gözaltına alınıyor" dedi.

Bir başka öğrenci, Boğaziçili Enes Gözüküçük'ün de, daha önce polisin gökkuşağı bayrağına müdahalesi sırasında omzu çıkmış. O da arkadaşını polislerin elinden kurtarmaya çalışırken kendini gözaltı otobüste bulanlardan. Enes o fotoğrafta gördüğünüz kadın öğrencinin "Nefes alamıyorum" diye bağırdığını anlattı. "Sanırım anksiyete krizine girdi. Polise 'Nefes alamıyor şu anda. Bıraksanıza' dedim. 'Bırakamayız' dediler. 'Ölsün mü burada' dedim. 'Ölsün' dediler." Daha fazlasını anlatmaya gerek var mı, bilmiyorum.

Gözaltı aracının içinde de işkence sürdü. Enes işkencenin dozunun burada arttığını söyledi. "İçeri bir sivil polis geldi. Önde ters kelepçeli bir arkadaş vardı. Parmakları soğumaya başlamıştı. Ters kelepçeyi açmalarını isterken, o sivil polis öndeki arkadaşın suratına ayağıyla bastırmaya başladı. Sonra gelip Hasan'ın ve benim omzumuzu sıkıyordu. Sanki yerini öğretmişler. Öyle bir yerden sıkıyordu ki, bütün sırtınız acıyor. Gelen geçerken sürekli dizleriyle vuruyorlar falan. Bağırış çağırış, o sivil polisin yarı yolda indirilmesini sağladık."

Türkei Istanbul | Auseinandersetzungen mit der Polizei während Studentenprotesten
Fotoğraf: Bulent Kilic/AFP

Başına tekme atılanlar, başı gözaltı aracına vurulanlar vardı. Hasan'ın kulağı kanıyordu. Sonra midesinin bulandığını söyledi Hasan. Ama ambulansla tek başına götürülmekten de endişe ettiği için hastaneye gitmedi. Kulağından kan gelirken ona bu işkenceyi yapanlara nasıl güvenecekti?

Konuştuğum öğrencilerin aktardığı bir hak ihlali de kadınlara yönelik cinsiyetçi küfürlerdi. Kadın öğrencilere ağır küfürler edildi.

Şimdi bütün bunlar, büyük harfle yazalım, HAK İHLALİ VE İŞKENCE SUÇU. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bunun farkında değil mi? Elbette farkında. Görmemesi, bilmemesi mümkün mü? Değil. Boğaziçi Üniversitesi Kampüsü ve dışındaki ilk gözaltılardan sonra katıldığı bir söyleşide, polis şiddeti sorulduğunda şunları demişti: "Toplumsal bir olay bu. Polisin tavrı yanlış mı doğru mu? Polisin tavrı yanlış, doğru biz onu değerlendiririz." İçişleri Bakanı'nın değerlendirmesi ortada. Şiddet tam gaz devam ediyor. Soylu polisin tavrını bu şekilde "değerlendirirken," Türkiye Cumhuriyeti Anayasası tarafından da kabul edilen evrensel hukuk normları da, onun ve emrinde suç işleyenlerin tavrını değerlendiriyor. Her şey bir bir kayda geçiyor.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe