1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye'deki sessiz "azınlıklar"

16 Nisan 2009

Türkiye’deki gayrımüslim azınlık yasal düzenlemelere rağmen çözülemeyen mülkiyet sorunlarından şikayetçi. Üst düzey kademelerde pek rastlanmayan azınlıklar, siyasette de etkin değiller. DW'den Hülya Köylü'nün haberi.

https://p.dw.com/p/HXu7
Fotoğraf: DW-Montage/picture-alliance/dpa

Türkiye'nin 1923’te imzaladığı Lozan Antlaşması’na göre, resmi olarak sadece Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar azınlık statüsüne sahip. Ancak hem bu azınlıklara verilen hakların yetersiz olduğunu hem de ayrıca Türkiye’de yaşayan diğer dini ve etnik gruplara özel haklar tanınmasını isteyen Avrupa Birliği, Ankara’dan daha fazlasını bekliyor.

Kısa adı TESEV olan Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın azınlıklar uzmanı Dilek Kurban da Türkiye’de başka etnik ve dini gruplar da olduğunu dile getiriyor: “Türkiye’de hükümetin azınlık politikası değişmiş değil. Hala resmi politikaya göre Türkiye’de sadece Ermeniler, Rumlar ve Museviler azınlık statüsüne sahipler. Devlet bunun dışındaki diğer gayrımüslim grupları ve ayrıca etnik, dilsel ya da mezhepsel azınlıkları, azınlık olarak kabul etmiyor. Dolayısıyla örneğin Kürtler, Aleviler, Süryaniler ya da Hristiyan Araplar devletin gözünde azınlık değiller ve azınlık statüsünden kaynaklanan haklara sahip değiller.”

Vakıflar Yasası'nda değişiklik

Ankara, AB’nin eleştirileri sonrasında ise azınlık ve kültürel haklar konusunda bazı adımlar attı. Vakıflar Yasası’nda değişiklik yaparak, azınlıkların mülk edinme ve el konulmuş mallarını geri almasının önü açıldı. Ayrıca kültürel haklar kapsamında da anadilde yayın yapma özgürlüğü getirildi. Bunu “sınırlı adımlar olarak” değerlendiren Dilek Kurban, yeni düzenlemelerle sorunların çözülmediğini belirtiyor.

Kurban, mülkiyet sıkıntısının hala sürdüğünü söylüyor: “Sonuçta bir demokraside bir hukuk devletinde zaten olması gereken şeyler bunlar. Ama Türkiye’de yoktu, dolayısıyla görece olarak bir ilerlemeden söz ediyoruz. Ancak hala aşılamayan şeyler var. En büyük sorunlardan bir tanesi el konulmuş mallar. Son yapılan düzenleme ile yeni Vakıflar Yasası ile devletin elindeki malların bir kısmının ama bir kısmının iadesi öngörülüyor. Fakat malların tümünün iadesi öngörülmüyor ve üçüncü kişilere geçmiş olan mallar için tazminat öngörülmüyor. Dolayısıyla bu sorun aşılmış değil.”

Ermeniler siyasete atıldı

Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar, uzun yıllar kapalı cemaatler içinde yaşadı. Toplumsal ve siyasi hayatta, istisnalar dışında, temsil edilmediler. Bunun başlıca nedenleri ise geçmişte azınlıklardan alınan Varlık Vergisi ve ardından 1955'te yaşanan 6 - 7 Eylül Olayları. Tüm bunların ardından çoğu Türkiye'den zaten göç etmişti. Resmi rakamlara göre, bugün Türkiye’de 60 bin Ermeni, 25 bin Musevi ile 3 - 4 bin civarında Rum kökenli yaşıyor.

Çoğunluğu oluşturan Ermeniler ise son dönemlerde özellikle siyasette varlığını daha fazla hissettirmeye başladı. Son yapılan belediye seçimlerinde 6 Ermeni kökenli aday yerel yönetimlere seçildi. Ermeni kökenli gazeteci Markar Esayan, bunun önemli bir adım olduğunu söylüyor.

Esayan sözlerini şöyle sürdürüyor: “Altı adayın olması önemli bence. Çünkü bu, Ermenilerin ülke yönetimine katılma iradelerini ortaya koyduğunu gösteren bir durumdur. Bu arada Ermeni adaylar seçim çalışmalarını yaparken sıkıntılar da yaşadılar. Bir kısmı tehdit aldı, adada evi taşlanan insanlar oldu. Ama buna rağmen bu cesareti göstermeleri takdire şayandır. Diğer yandan da olumsuz bakarsak da azdır, yetersizdir. Çünkü Ermeniler kısa bir süre öncesinde kadar ülkenin, toplumun önemli figürlerinden birisiydi.”

Bunun özellikle Hrant Dink’in öldürüldüğü suikastın ardından olmasını anlamlı bulduğunu belirten Esayan, Türkiye’deki değişimlerin sadece Avrupa Birliği ile açıklanamayacağını da sözlerine ekliyor: “Türkiye’de değişim sanki kendi iç motoruna sahip değilmiş, bu yüzden sadece AB kaldıracına ihtiyacı varmış gibi ve AB çok özdeş bir formülle açıklanıyor. AB olmazsa, 2000’li yıllarda yaşanan pek çok demokratik açılımın olmayacağı. Bu kısmen doğru, kısmen de yanlış. Çünkü bir ülke buna hazır olmadığı müddetçe hiçbir kaldıraç, hiçbir formülün buna zaten gücü yetmez. Dolasıyla Türkiye bir değişime gebeydi zaten.”

Yahudi azınlık sessiz

Resmi olarak kabul edilen azınlıkların nüfus olarak en azı ise Rumlar. Rum azınlık, sayılarının azlığı nedeniyle siyasete ilgi göstermiyor. İkinci büyük gayrimüslim azınlığı oluşturan Yahudiler ise kapalı bir toplum olarak kalmayı tercih ediyor. İstanbullu bir Yahudi olan Roni Margulies, diğer azınlıklara kıyasla Yahudi cemaatinin pek sorunu olmadığını belirtiyor.

Yazar Roni Margulies, Yahudilerin de diğer azınlıklar gibi mülkiyet sorunları ile uğraştığını belirterek "Yahudi Cemaati’nin diğer azınlıklara kıyasla, pek sorunu yoktur. Ancak diğer azınlıklarla paylaştığı sorunlar vardır. Mesela şu dönemde gündemde olan bir sorun; devletin, azınlık vakıflarının mülklerine el koymuş olmasıdır. Bunlar geri almaya çalışılıyor. Bu ama sadece Yahudi Cemaati’ne özgü bir şey değil. İşte kiliseler, havralar, hanlar, binalar vs. bunlara el konulmuştu” diyor.

Peki Yahudi cemaati neden sessiz? Roni Margulies, cemaatin özellikle geçmişte yaşanan olaylar yüzünden sessiz kalmayı tercih ettiğini söylüyor. Margulies, “Çünkü Türkiye’deki Yahudiler, Cumhuriyet Türkiye’sinde bir dizi olumsuz deneyim yaşamıştır. 1930’larda Trakya olayları vardır. 1942’de Varlık Vergisi vardır. 1955’de, 6-7 Eylül olayları vardır. Bunlar cemaati sarsan ciddi travmalardır. Bunlar toplumsal bellekte yer eder, unutulmaz. Böyle olunca, buna bir tepki olarak, buna karşı bir savunma mekanizması olarak Yahudi cemaati de, en azından resmi düzeyde, her zaman sessiz kalmayı tercih etmiştir. Adeta bir resmi siyaset gibi; ‘ses çıkarmayalım, göze batmayalım, belki bizim burada olduğumuzu unuturlar, bize dokunmazlar biz de yaşar gideriz’ gibi bir tavır vardır” diye sözlerini sürdürüyor.

Hülya Köylü / İstanbul

Editör: Ayhan Şimşek