1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Serdar: İslamofobi güvenlik sorununa dönüşebilir

11 Nisan 2018

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ömer Serdar, Avrupa'da İslamofobi, Türkiye'deki insan hakları ihlalleri ve OHAL'in geleceği konularında DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

https://p.dw.com/p/2vsdo
Ömer Serdar, AKP
TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Ömer Serdar

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Ömer Serdar, Avrupa'da İslamofobi sorununu araştırmak için geldiği Almanya'da DW Türkçe'ye konuştu.

İslamofobi'nin Avrupa'da bir güvenlik sorununa yol açabileceğini söyleyen Serdar, Avrupalı paydaşlarıyla ortak bir çözüm bulmayı hedeflediklerini açıkladı.

Türkiye'de insan hakları ihlalleri konusunda gerekli özeleştirinin yapıldığını, eksiklikler konusunda hükümete ikazlarda da bulunduklarını anlatan Serdar, "Bana 'hükümetin uygulamaları tamamen, her şey doğru diyebilir misiniz?' diye soruyorsunuz. Hayır biz eksiklikleri de ikaz ediyoruz" diye konuştu.

Türkiye'nin yeniden daha demokratik, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının güçlendiği bir normalleşme sürecine gireceğine dönük inancının tam olduğunu vurgulayan Serdar, "Biz OHAL'i kalıcı getirmedik, taahhüdümüz de buydu. Biz seçimlere olağan şartlarda gireceğiz, kimsenin endişesi olmasın" dedi.

DW Türkçe: TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olarak özellikle Avrupa'daki İslamofobi konusuna yoğunlaşmanızın nedenlerini açıklar mısınız?

Ömer Serdar: İslamofobi, 1990'lı yıllarda literatüre girdi. ABD'deki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, DAEŞ (IŞİD) gibi terör örgütleri eylemlerini, kendilerini İslam ile ilişkilendirerek yaptılar. İslam ile alakası olmamasına rağmen bu terör örgütlerinin kendilerini tanımlama biçimi bir fobiye yol açtı, Batı bunu kendi oluşturduğu medeniyet ve değerler bakımında tehdit olarak algıladı.

Tabii Avrupa'da da bunu besleyen nedenler ortaya çıktı. Özellikle Ortadoğu'da yönetilemez olan ülkelerden dolayı Batı'ya akan göç ve buna paralel olarak seçim dönemleri sebebiyle aşırı sağ söylem daha ciddi bir ivme kazandı. Aşırı sağ, milliyetçi söylem, karşısında bir ötekini yarattı. Korku, kendi değer yargılarına tehdit olarak gördükleri İslam'a yöneldi. Ben bunun üretilmiş bir korku olduğunu düşünüyorum. Çünkü Avrupa'da Müslüman nüfus az değil. Hristiyanlardan sonra en büyük topluluk Müslümanlar.

İncelemelerde bulunduğunuz Fransa, Belçika ve özellikle Almanya, aslında dünyada azınlık hakları, dinsel özgürlükler gibi alanlarda en gelişmiş ülkeler. Özellikle Almanya'da çok sayıda cami var, okullarda din dersi imkanı bulunuyor…

Hem olumsuz hem olumlu uygulamaların olduğu ülkeler incelenecek. İslam düşmanlığının, ötekileştirmenin marjinalleşmeye yol açıp, bunun bir güvenlik sorununa dönüşebileceği kaygısını taşıyor, bunun önlenmesi, dünya barışı, dünyanın güvenliği için bir tehdit oluşturmamasına odaklanıyoruz.

Almanya Türk nüfusun çok yoğun olarak yaşadığı bir ülke, buradan başlamamızın nedenlerinden biri de bu. Sonuçta Almanya da bunu bir sorun olarak görüyor, 2017 itibarıyla İslam karşıtlığı bazında ayrı veriler toplanmaya başlandı. İslam düşmanlığının nedenlerini araştırıp bunları ortadan kaldırmak için nasıl bir paydaşlık yapabileceğimizi bulmalıyız. Alman ve diğer ülke makamları, sivil toplum kuruluşları ile paydaşlığımız olacak.

Siz incelemelerde bulunmak için Almanya'dasınız, burada da dikkatler Türkiye'ye çevrilmiş durumda. Daha çoğulcu, demokratik bir Türkiye'ye, hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının güçlendiği bir Türkiye'ye dönüş olabilecek mi? Bu inancı taşıyor musunuz?

Tüm samimiyetimle bunu söylüyorum, evet inanıyorum. AK Parti'nin siyasal programlarına baktığınızda iki şey, demokratikleşme ve ekonomik kalkınma ön plana çıkar. Mevzuatta çok önemli mesafeler alındı, bu mevzuatlar halen cari. Ancak Türkiye'nin yaşadığı süreçler var. Ben Avrupa Parlamentosu ve Birleşmiş Milletler insan hakları raporlarını değerlendirirken, Avrupalı dostlarımız, Batılı müttefiklerimize "Türkiye'nin demokratik süreçlerine sabır ve tahammül bekliyoruz" demiştim. Çünkü 15 Temmuz'u (darbe girişimini) hangi ülke yaşasaydı refleksleri çok daha şiddetli olurdu.  Devlet kendisine ihanet içerisinde olan memurları soruşturmalara tâbi tutmak zorunda. Bu da Batı'dan çok eleştirildi. Ama bunun telafisini sağlayacak, Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonu'nu kurduk. OHAL nedeniyle, insanların pratik hayatlarında çok önemli sıkıntılar olmasın diye azami gayret sarf ediyoruz. Bir takım eksiklikler, hatalar olur, önemli olan devletin telafi mekanizmalarını kurması. Bunlar geçecek, ama hâlâ devam eden operasyonlar var… Şu an FETÖ (Gülen yapılanması), DAEŞ (IŞİD), PKK/PYD, DHKP- C ile mücadele ediyoruz. Dört, beş terör örgütünün saldırısı altındaki bir ülkede her şeyin normal seyredebileceğini düşünebiliyor musunuz?

Ömer Serdar Türkiye'nin Berlin Büyükelçiliği'nde DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı
Ömer Serdar Türkiye'nin Berlin Büyükelçiliği'nde DW Türkçe'nin sorularını yanıtladıFotoğraf: Deger Akal

15 Temmuz'da Türkiye'nin ciddi darbe girişimi atlattığı ve buna karşı kendisini savunmasının meşru olduğu kabul görüyor. Ama aradan iki yıla yakın sürü geçti. Bazı tartışmalı önlemler, uzun tutukluluk süreleri, haksız meslekten ihraçlar gibi uygulamalar konusunda bir özeleştiri yapılması gerekmez mi?

Evet, şundan emin olabilirsiniz. İnsan Hakları Komisyonu altında oluşturduğum beş önemli komisyon var. Bunlardan biri cezaevleri ile ilgili. Biz cezaevlerini çok ciddi bir şekilde denetliyoruz. Eklemlenmiş olduğumuz hukuk gereği, Batı'dan gelen raporlar çerçevesinde de asli görevimiz rutin olarak bunları denetlemek.

Hükümete zaman zaman eleştirilerde de bulunuyoruz. Şu an mesela cezaevlerinde bir doluluk olduğunu söylüyoruz. Fiziki altyapı ya da mevzuatta eksiklik varsa bunların giderilmesi yönünde eleştiri ve önerilerimizi sunuyoruz. Mesela geçtiğimiz günlerde BM'nin Türkiye raporunu değerlendirdik. Raporun kabul edemeyeceğimiz yanları var, özellikle raportörün kimliğinden kaynaklanan ve Türkiye husumetinden, raporun dili çok ağırdı.

Bu yönü bir yana, buna yönelik Adalet Bakanı ile görüşmemiz neticesinde onların bürokratları ve bizim uzmanlarımız bir çalışma yaptılar. Neticesinde gerek yürüyen davalar, gerek cezaevlerindeki sorunlar, gerekse karakollardaki gözaltı durumları, buna ilişkin çalışmalar bitmek üzere.

Türkiye, içinde bulunduğumuz noktadaki Türkiye değil, bu hükümetin başladığı noktadaki Türkiye olmalı. Ama çevresel koşulları da dikkate almalısınız. Türkiye Ortadoğu coğrafyasında, sınırında yönetilemez iç karışıklıkların olduğu, sürekli göç alan bir ülke. Tüm bu kuşatmalar altındaki bir Türkiye'yi biraz da bu gözle değerlendirmek gerekir. Bu kolay bir şey değil.

Tam da bu nedenlerden ötürü, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu daha çoğulcu, bütünleştirici bir demokrasi değil mi? Siz bir hukukçu olarak, örneğin Türkiye'de terör tanımının çok geniş yorumlandığı kanaatini taşıyor musunuz?

Yargı dar veya geniş yorum yapmış olabilir, bu konuda içtihatlar yavaş yavaş oluşuyor. Sonuçta bir yerel mahkemenin kararını Anayasa Mahkemesi değiştirebiliyor. Batı'nın bu süreçleri demokratik sabırla beklemesi gerekiyor. Süreçler sonuçta en doğru yöne evrilecek ama Batı'nın kendi geçemediği sınavlar konusunda Türkiye'ye ders verir tavrını da çok doğru bulmuyoruz…

Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, BM, AGİT gibi pek çok kurum Türkiye'ye çağrılar yapıyor… Ben özellikle sizin iktidar partisi milletvekili olmakla birlikte, başkanı olduğunuz komisyonun görevleri bakımından ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Mesela Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Varna'da, "Türkiye insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere saygılı demokratik bir hukuk devletidir"  dedi, bir süre önce Berlin'de söyleşi yaptığımız Sayın Bakan Kurtulmuş da bize OHAL'den hiç bir mağduriyet olmadığını söyledi… Hiç özeleştiri yapılmıyor mu? Ya da dışarı mı yansımıyor?

Bu kadar büyük çaplı bir operasyon yaptığınızda mağdur olmayacak diyemezsiniz. Şüphesiz olabilir. 15 Temmuz sonrası gerek idari konularda gerekse adli soruşturma konularında yanlışlıklar olmuş mudur? Olmuştur. Önemli olan devlet olarak telafi mekanizmalarını kurmuş olmamız.

Bizim OHAL Komisyonu, Anayasa Mahkemesi ve daha sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolunu açık tutmamızın temelinde bu vardır. Devletin asıl görevi, bir mağduriyet varsa bunu tazmin edebilme kabiliyetidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Komisyon olarak bunları takip ediyor, uluslararası kuruluşların değerlendirmelerini de bir kenara bırakmıyor, dikkatli olarak bunları da takip ediyoruz. Düzeltilmesi gereken alanları biz de hükümete tavsiye ediyoruz.

Süreçlerin gecikmesinin temelinde yaşanan bölgesel sorunlar da var… Olağanüstülük sadece Türkiye'nin yaşadığı bir sorun değil. Dünya çok farklı bir evreye savruluyor. Bana "hükümetin uygulamaları tamamen, her şey doğru diyebilir misiniz?" diye soruyorsunuz. Hayır biz eksiklikleri de ikaz ediyoruz. Cezaevlerinde yaşanan olumsuzlukları rapor ediyoruz. Çalışma hayatında insan hakları bağlamında yaşanan sıkıntıları rapor ediyoruz.

Türkiye'de kutuplaşmanın tırmanması, OHAL sürecinin daha da uzaması durumunda, daha da sıkıntılı bir döneme girilebileceği yönünde uyarılar yapılıyor. Bu endişeler, ekonomide başlayan sıkıntılar ile daha da artıyor. Siz bu endişeleri paylaşıyor musunuz?

Türkiye'nin derin bir kutuplaşma içerisinde olduğunu düşünmüyorum. Süreç buradan göründüğü kadar katı değil. Biraz da iç siyaset malzemesi üretimleri diyelim. Şunu unutmayım Türkiye 16 Nisan'da demokrasi sınırları içerisinde önemli, radikal bir sistem değişikliği yaptı. 2019'da seçim var. Biz bu seçimlerden önce olağanüstü şartlardan olağan şartlara döneceğiz. Ben inanıyorum. Biz OHAL'i kalıcı getirmedik, taahhüdümüz de buydu. Biz seçimlere olağan şartlarda gireceğiz, kimsenin endişesi olmasın.

Söyleşi: Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe