1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Pehlivan: Bu davada herkesin beraat ettiğini Türkiye görecek

11 Eylül 2020

Libya’da hayatını kaybeden MİT mensuplarını deşifre etmekle suçlanan ve önceki gün tahliye edilen gazeteci Barış Pehlivan DW Türkçe’ye konuştu. 

https://p.dw.com/p/3iMKn
Fotoğraf: DHA/C. Erok

DW Türkçe: 9 Eylül’deki duruşmanın ardından verilen kararla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Barış Pehlivan: Bu kararın vurgulanması gereken birkaç noktası var. Öncelikle mahkeme, kararı açıklarken şöyle dedi: "Bütün sanıkları TCK 329’dan yani devletin özel bilgilerini yayınlama suçlamasından herkesi beraat ettiriyorum" dedi. Bu şu anlama geliyordu. TCK 329 ne zaman bizim davamıza dahil edildi? Bütün soruşturma süreci MİT kanununa muhalefetten tutuklanmışken ve tüm soruşturma bunun üzerine yürüyordu. Ama son dakika iddianameye TCK 329 da eklendi. Yani yeni bir suçlama niye eklendi? Biz sadece MİT kanunundan yargılansaydık Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanacaktık. Ama TCK 329’u hiç alakası yokken ekleyip davayı Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir konusu haline getirdiler. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda dedi ki; "Bu dava aslında bende yargılanmamalıydı." 

Herkesi beraat ettirerek, aslında "bu dava benim değil Asliye Mahkemesi’nin konusuydu" demek istedi. Aslında bize yapılan bir kumpası da deşifre etmiş oldu. Bununla birlikte mahkeme ne yaptı? İki arkadaşımızı beraat ettirdi. Biz burada herkesin beraat etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bu davada suç ve suçlu yok. Bu davada bir haber bir tweet bahane edilerek aslında gazetecilerin, bütün gazetecilik yaşantıları, yazdıkları haberler ve kitaplar cezalandırılmak istendi. 

MİT şehidimize dair haber aslında bir örtüydü. O örtünün altında aslında tüm gazetecilik yargılanmak isteniyordu. Bu beraat kararını alan arkadaşlarımız için seviniyoruz ancak bu herkes için verilmesi gereken bir karardı. Biz zaten diyoruz ki: Bu dava henüz bitmedi. Biz bu davanın peşini bırakmayacağız. Bu davada herkesin beraat alması gerektiğine inandığımız için bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Türkiye görecek. Er ya da geç bu davada herkesin beraat ettiğini Türkiye görecek. Kimsenin şüphesi olmasın. 

Daha önceki bir röportajınızda kararı temyize götüreceğinizi söylemiştiniz. Yargı süreci bundan sonra nasıl devam edecek? 

Temyiz dilekçemizi verdik. Bununla birlikte duydum ki savcı da temyize gitmiş. Bakın ben hukukçu değilim. Ama malaesef Türkiye’de gazeteciler hukuki bilgilere vakıf olmak zorunda oluyor. Hem böyle davalar hem de yaptıkları haberlerden dolayı. Bütün Türkiye’nin en saygın hukukçuları, evrensel bir hukuk değerini hatırlatıyor. Tek bir eylemden iki tane suçlama çıkaramazsınız. Yani bir haberi hem MİT kanunu hem de TCK 329’dan suçlayamazsınız. Bu evrensel bir hukuk mantığıdır. Ama savcılık tekrar kendi çizdiği yolda devam edip istinafa başvuruyor diye duydum. Bu da beklenen bir şeydi. 

Önce gerekçeli kararı okuyacağız. Sonra istinaf süreci başlayacak. Ne kadar süreceğini bilmiyorum. Türkiye’de çok belli olmayabiliyor. Ama aylar sürecek yeni bir süreç başlıyor aslında. 

Odatv’den gazeteci arkadaşınız Müyesser Yıldız da cezaevinde şu an. Ancak onun iddianamesi hazır değil. Ona yöneltilen suçlamalarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Yakın zamanda bir tahliye kararı bekliyor musunuz?

Bakın Müyesser Yıldız nasıl bir gazetecidir biliyor musunuz? Türkiye’nin son zamanlarda gördüğü en çalışkan gazetecilerden birisidir. Ben çalışkan bir gazeteciyim ama onun çalışkanlığı karşısında utanırım. O hepimizden daha öncedir ve verimlidir. Sabahın çok erken saatlerinden geç saatlere kadar devletin haber ajansının bile takip etmediği 15 Temmuz davalarına gün gün giden, onları satır satır duruşma tutanaklarından daha iyi bir şekilde kamuoyuna aktaran biridir Müyesser Yıldız. 

Barış Pehlivan, tahliyesinin ardından DW Türkçe'ye konuştu

Eğer bu davalarda, yani sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları 15 Temmuz’un yargılandığı davalarda ne olduğunu Türkiye birazcık biliyorsa bu Müyesser Yıldız sayesindedir. Müyesser Yıldız o davaları takip ederken aksaklıklar, soru işaretleri ya da bu davalarda daha fazla sanık olması gerekiyor, daha farklı sanıkların da dinlenmesi gerekiyor sorularını sorduktan sonra oklar çevrildi. Çünkü istenilen kurgudan farklı bir gerçek ortaya koyuyordu. En son İçişleri Bakanı ile bir polemiği sosyal medyaya yansıdı. Ve Süleyman Soylu’ya açtığı çok sembolik dava sonrası bir iki gün içinde tutuklandı. 

Müyesser Yıldız’ın haberciliğinin ve gazeteciliğinin cezalandırılmak istendiği bir soruşturmadır şu an kendisinin cezaevinde tutulmasının nedeni. Hala iddianame yok. Ben çıktım, Barış Terkoğlu çıktı ama şu anda Müyesser Yıldız’ı kurtarma mücadelesi veriyoruz. Onun unutulmaması için mücadele veriyoruz. 

Düşünebiliyor musunuz bu ülkenin sanıkları davaların ilerlemesi için mücadele veriyor. Yani normalde bunu yargı sistemi yapmalı. Biz tutuklular davalar ilerlesin, neyse bize yaptığınız suçlama görelim diyoruz. Ekşi yemedik ki karnımız ağırısın. Biz kendi gazeteciliğimize o kadar güveniyoruz ve hiçbir leke olmadığını biliyoruz ki zaten bir leke olsa, kaçınacağımız bir şeyimiz olsa biz bu kadar cesur gazetecilik yapmayız. O kadar takip ve baskı altındayız ki bir şey olsa çoktan ortaya çıkardı. Ne oluyor? Dönüp dolaşıp hala Müyesser Yıldız’ın halen yayında olan haberlerinden dolayı kendisi tutuklu oluyor. Bunun bir bahane olduğunu Türkiye daha önce de gördü. 

Aslında yaptığınız haberler nedeniyle size ilk kez dava açılmıyor. Hakkınızda açılmış başka davalar da var. Bu dava ya da davalar bundan sonraki gazetecilik faaliyetinizi nasıl etkileyecek?

Şimdi ben hangi ülkede gazetecilik yaptığımı biliyorum. Bu ülkenin yakın tarihini iyi bilen bir gazeteciyim. Ben bu mesleği seçerken bize mezarlıklar anlatılır. Yani daha önceki gazeteci büyüklerin nasıl öldürüldüğü, işkenceye uğradığı, tehdit edildiği anlatılır. Biz onlarla büyürüz. Biz o yollardan geçenleri takip ederiz. Eğer o yoldan izlerden gidersek bizim de başımıza bir gün bunların gelebileceğini biliriz zaten. Ben bireysel olarak da bu bedelleri göze alarak bu gazeteciliği yapıyorum. Bana mahkemede son sözüm sorulduğunda şunu dedim: “Ben gazeteciliğin başka nasıl yapılacağını bilmiyorum.” Ben başka bir yöntem de bilmiyorum. Benim için gazetecilik böyle yapılır. Ve ben böyle yapmaya devam edeceğim. Beni tutuklayan hakimin gözünün içine bakmak istedim. Dedim ki: Ben daha önce içeriye girdim ve çıktım gazetecilik yapmaya devam ettim. Hapse giren adamı hapisle korkutamazsınız. Ben içeri gireceğim ve orada da gazetecilik yapacağım. Ki yaptım. Dışarı çıkacağım ve orada da gazetecilik yapacağım. Ki yapacağım. Bu hukuksuzluğun perde arkasına da bakacağım. Hakim o sırada önüne bakıyordu, gözümün içine bakamıyordu. Hızlıca çıktı odadan. 

Benim anlattığım şeyler onun vicdanında ne kadar yer tutuyor bilmiyorum. Ama en azından ben o tarihin önemli sayfalarına bu sözleri geçirmek istemiştim. Yani ben bildiğim gazeteciliğe aynen devam edeceğim. Kalemimi satmayacağım. Kalemini satacağına kalemini kır derler. Ben gerçekten böyle bakıyorum meseleye. Gazeteciysen boyun eğmeyeceksin. Boyun eğeceksen de kendine gazeteciyim demeyeceksin. Bunu şiar edinen birisiyim. Sadece ve sadece gerçeğin peşinde olacağım. 

Cezaevi günlerinize dönelim istiyorum. Siz aslında dokuz yıl önce de cezaevine girdiniz. O günden bugüne size yöneltilen suçlamalara baktığınızda ne görüyorsunuz? Türkiye’de o günden bugüne değişen ya da değişmeyen neler var?

Cezaevinde bir gün „ben bugüne kadar hangi suçlamalardan yargılandım" diye düşündüm. Herhalde 50’ye yakın dava açılmıştır hakkımda, 100’e yakın soruşturma açılmıştır. Terör örgütü üyeliğinden yargılandım. Cumhurbaşkanına hakaretten yargılandım. Halkı kin ve düşmanlığa tahrikten yargılandım. Özel hayatın gizliliğini ihlalden yargılandım. MİT Kanunu’na muhalefetten yargılandım. Devletin gizli bilgilerini yayınlamaktan yargılandım. Aslında suç makinesi gibi görünüyorum. Halbuki kaleminden başka hiçbir şey olmayan bir gazeteciyim. 

Gazetecilik Türk Ceza Kanunu’ndan, kağıt üstünde bir ceza maddesi olmadığı için, gazetecilik diye bir suç olmadığı için, gazetecilik yapanları cezalandırmak için bu size saydığım maddeler maalesef kullanılıyor, bir örtü halinde, bir intikam aracı halinde.

Benim üzüldüğüm nokta şu: Ben dokuz yıl önce mahkeme heyetine ve savcılara bu yaptıklarının hukuksuz olduğunu, burada bir Fetullahçı yargılanma yapıldığını ve devlet içinde örgütlenen Fetullahçı yapılanmayı, o duruşma salonlarında, savcılık koridorlarında onlarca kez anlattık, köşelerimizde yazdık, kitaplarımızda yazdık. Dinlemediler ve işte 15 Temmuz’a geldi bu ülke. 

15 Temmuz'dan sonra "bir daha kumpas dönemi yaşanmayacak, bir daha insanlar gizli tanıklarla cezalandırılmayacak, bir daha imzasız mektuplarla soruşturmalar açılmayacak, bir daha insanlar uzun tutukluluk süreleri yaşamayacak" dediler. Ne söz verdiler hatırlar mısınız? Adalet bakanlarından, HSK yöneticilerine kadar, yargının en önemli isimlerine kadar, çok büyük sözler verdiler. 15 Temmuz’dan sonra ne oldu? Bakın işte Müyesser Yıldız gizli tanıkla içeride tutuluyor, imzasız mektuplarla insanlara soruşturmalar açılıyor, uzun tutukluluk süreleriyle insanlar hala içeride tutuluyor. Ne değişti? Hiç mi ders çıkarmayacağız? Yani biz Silivri, Ergenekon, Balyoz kumpaslarından, Odatv’ye yapılan kumpaslardan hiç mi ders çıkarmayacağız? 

Biz Fetullah Gülen ile, Fetullahçı yapılanma ile onların kaşını gözünü sevmediğimiz için mücadele etmiyorduk. Biz onların bu ülkeye getirdiği kötülük ile mücadele ediyorduk. "Siz kendi gündeminizi bu yargıya dayatamazsınız, siz bu devlette illegal örgütlenemezsiniz, siz hukuku intikam aracı olarak kullanamazsınız" diyorduk. Bu ülkenin daha adil, daha çağdaş, daha modern bir Türkiye olması için mücadele ettik.

15 Temmuz’da o kadar şehit vermemize rağmen hiç mi ders çıkarılmadı? Daha kötüsü, o kumpas dönemlerine benzer, o kumpas dönemlerinin kötü yönlerini alan, çürümüş bir yargılama karşılaştık. Açıkçası o bir üzüntüdür içimde. Yani bir şeyin değişmediği görmek, hatta bazı konularda daha geriye gittiğini görmek bir üzüntüdür içimde. 

Peki sıcağı sıcağına biraz tecrit koşullarını da dinleyelim sizden. Neler yaşadınız cezaevinde, oradaki insanlar neler yaşıyor şu an? Koşullar nasıl?

Kaba bir tabirle önce söyleyeyim. Silivri bozmuş. Çünkü dokuz yıl önceki Silivri’yi bildiğim için, ben 2011-2012’de kaldım orada. Üç kişi kalıyorduk. Ya da işte sosyal haklarımız daha fazla vardı. Ama şimdi ben mesela Barış Pehlivan olarak avluda bile hiç kimseyi göremediğim tek kişilik bir hücrede tutuldum. Tek başına 187 gün… Avluda o bir avuç gökyüzü dikenli tellerle kapatılmıştı, zaten hani gördüğünüz bir avuç gökyüzü, o da kapatılmıştı. Pandemi bahanesiyle sosyal haklarımız kısıtlanmıştı. Aile görüşleri haftada birden ayda bire indirilmişti. Avukat görüşleri normalde açıktır, pandemi gerekçesiyle cam arkasına konmuştu. Belge alışverişi yapmanız gerekiyor çünkü savunma hazırlığı içerisindeyiz. O belgelerin size ulaşması iki günü buluyordu. 

Çok daha ağır bir tecrit koşulu var şu an Silivri’de ve Türkiye’nin birçok cezaevinde. Ama her zaman şunu vurguluyorum. Türkiye’de yargı sistemi cezaevindeki şartlar üzerinden konuşulmalı ama ana gündem maddesi bu olmamalı. Öncelikle şunun tartışılması gerekiyor: Bu ülkede suçsuz insanlar hapse giriyor mu? Yani ben Barış Pehlivan olarak Barış Terkoğlu ve Murat Ağırel ile birlikte üç kişi kalsaydım, orada dikenli tel değil de daha açık bir avlu olsaydı, aile görüşleri daha sık olsaydı daha mı mutlu olacaktım? Bununla yetinmeli miydim? Yani niye biz cezaevine girdik ki? Neden tutuklandık? Neden ben özgürlüğümden alıkonuldum? Yani bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Bizim bu oyuna gelmememiz lazım. Bizim inadına adalet, inadına özgürlük, inadına daha adil bir gelecek için mücadele etmemiz gerekiyor. Ama bunun sadece bir avuç gazeteciye de kalmaması gerekiyor. Toplumun da kanıksamaması gerekiyor. Gazetecilerine, yazarlarına, aydınlarına sahip çıkması gerekiyor. Çünkü o insanlar kişisel dertleri için içerde değil, o insanlar kamuoyu hapse giriyorlar. Daha fazla sahip çıkmaları gerektiğini düşünüyorum. 

Söyleşi: Fatima Çelik

© Deutsche Welle Türkçe