1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Papa II. Jean Paul'ün portresi

Gerhard Appeltauer/Carola Hossfeld2 Nisan 2005

II. Jean Paul adını alarak Papa olan Krakov Kardinali Karol Voytila 1978 yılından itibaren Katolik Kilisesi’nin yönünü belirledi, yarım yüzyılı aşkın bir süre içinde gerek kilise gerekse dünya politikasında etkinlik gösterdi.

https://p.dw.com/p/AatZ
Papa son dönemlerde yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen inananlarla birlikte olmaya çalıştı
Papa son dönemlerde yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen inananlarla birlikte olmaya çalıştıFotoğraf: AP

İsa’nın havarilerinden Petrus’un 265‘inci halefi olarak Katolik kilisesinin en yüksek rahipliğine atanan II. Jean Paul, son 100 yıl içinde bu görevi üstlenen din adamları arasında, en büyük tezatları şahsında barındıran kişiydi. Papa, son derece muhafazakar, hatta bazılarınca kökten dinciydi. Ancak 25 yıl içinde yenilikçi ve atılımcı bir sosyal doktrini kaleme alan da bizzat oydu. İnsan onurunun, kapitalden önce geldiği, işverenlerin sosyal sorumluluk taşımak zorunda olduğu, çalışanların ürettikleri üzerinde pay sahibi olması gerektiği gibi, sendikalarınkine benzeyen talepler, Papa II. Jean Paul’un 1981 yılında yazdığı, insan emeğine ilişkin fermanda yer alıyordu. Papa savunduğu sosyal ilkeleri böylece kilisenin benimsediği kriterlere ekledi:

„Çalışmak, insan onurunun vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu nedenle çalışmak, insanlığın sadece bir bölülüne has bir ayrıcalık olmamalı. Bunun için herkes dayanışma göstermeli. Kapital ve üretim olanaklarını elinde tutanlar ve çalışacak bir işi olanlar ..Fedakarlık göstermeden ve taviz vermeden işsizlikle etkin bir biçimde mücadele edilemez.“

Yoksullara destek verdi

Papa II. Jean Paul, 1988 yılında yoksullarla dünya çapında dayanışma çağrısını dile getiren „Kilisenin Sosyal Durumu“nu kaleme aldı. Bu fermanla Papa, yoksullara yönelik her türlü baskı ve sömürüyü, aynı zamanda liberal kapitalizmi ve marksizmi kınadı. Papa, 1991‘de, demir perdenin yıkılmasından kısa bir süre sonra ise, serbest pazar ekonomisinin temel çizgilerini tanımlayan metniyle, batılı yaşam biçimine eleştiri getirdi. Papa’nın klişelere dayanan eleştirileri, kültürel gelişmeye ilişkin karamsırlığını ortaya koyuyordu.

„Doğu bloğunun tanrıtanımaz rejimleri, özellikle gençliğe, kültürel ve manevi bir çöl bıraktılar. Batıda ise aşırı tüketim eğilimi, toplumun tüm manevi değerlerini tehdit eden bir tehlike haline geldi.“

Doğu Bloku ülkelerinde şaşkınlık

Sanayi ülkelerindeki tüketim arzusuna yönelik bu eleştiri, batılı ülkelerden ziyade, komünizmin baskısı altında ezilmiş olan eski doğu blok ülkelerinde şaşkınlıkla karşılandı. Bu ülkelerin insanları, daha önce yaşadıklarının acısını çıkarmak, özgürce tüketmek istiyordu. Bu nedenle kiliseye yakın çevreler bile Papa’nın bu eleştirisini hoş karşılamadı, hatta, komünizmin çökmesinin ardından II. Jean Paul’un kendine yeni bir düşman aradığı bile iddia edildi.

1920 yılında, Polonya’nın Krakov kenti yakınlarındaki Vadoviçe’de dünyaya gelen Karol Voytila’nın yenilikçi sosyal görüşleri ile dini ve ahlaki alandaki tutuculuğu büyük tezat teşkil ediyordu. Polonya’da komünist rejimin baskısını yaşamış olan Papa, Katolik kilisesini aynı merkeziyetçi iktidar tarzıyla yönetiyordu. Papa II Jean Paul, açıklamalarını eleştiren din kardeşleri karşısında son derece hoşgörüsüzdü. Oysa kendisi, 1979 yılında kaleme aldığı, insan hakları, özgürlük ve vicdani sorumluluk konulu fermanında hoşgörü çağrısında bulunuyordu.

Direnişin sembolü oldu

Papa, eleştirilere hedef olan katılığına rağmen, sadece vatanı Polonya’daki işçiler ya da aydınlar için değil, aynı zamanda hem batıda hem de doğudaki milyonlarca insan için, insanın aşağılanmasına karşı direnişin sembolü olmayı başarmıştı. Papa’nın, Sovyetler Birliği’nin son döneminde Katolik kilisesiyle Sovyet lider Mihail Gorbaçov arasında bir köprü oluşturması da tarihi önem taşımaktadır. Karol Voytila, attığı bu adım ile ne kadar esnek bir barış elçisi olabileceğini göstermişti. Ancak bu tutum, dışarıya yönelik bir sinyaldi. Kilise içinde ise, reform karşıtı katı tutum sürüyordu:

„Rahiplerin bakirliğe dayanan yaşam biçiminin zamanı geçmiş olduğu telkinlerine kanmayın.“

Papa II. Jean Paul, barış elçiliğinin gereklerini yerine getirmeyi, daha başından beri çok iyi biliyordu. Papa göreve atandıktan bir yıl sonra, 1979 yılında, Arjantin ile Şili arasındaki sınır anlaşmazlığında arabuluculuğu üstlendi. Taraflar 1984‘de Papa’nın çözüm önerisini kabul ederek, yıllar süren anlaşmazlığa son verdiler:

„Barışı elçiliği, İsa’nın müritleri olan bizler için özel bir görev . Haksızlıkların ortadan kaldırılması, şiddetten vazgeçilmesi, karşılıklı anlayış ve bağışlayıcılık ...“

Politikada önemli rol oynadı

Katolik kilisesi, Papa II. Jean Paul yönetiminde, Filipinli diktatör Ferdinand Marcos’un 1986 yılında devrilmesinde politik rol oynadı. Dönemin ABD Başkanı Ronal Reagan, Papa’nın Filipinler’de insan hakları için gösterdiği özel çabadan pek etkilenmiş olmasa da, şakayla „meslekdaşım“ dediği, oyunculuk eğitimi görmüş olan Papa’yı, ciddiyetle „dünya lideri“ olarak tanımlamaktan kaçınmadı.

Birinci ve İkinci Irak savaşı öncesinde de Vatikan, yaşlı ve ağır hasta Papa’nın yönetiminde, politik rolünü sürdürmek için çabaladı. 2003 yılında ABD’nin Irak’a karşı saldırıya geçmesini önlemek için son ana kadar her türlü diplomatik girişim seferber edildi. Bu çabalar boşa çıksa da, Papa ömrünün son yıllarında dünya vicdanının sesi olmayı başardı.

104 yurtdışı gezisi yaptı

Papa, 2004 yılına dek 104 yurtdışı gezisi yaptı. Bu kadar çok seyahat edişini bir keresinde şöyle açıklamıştı:

„ Dünyanın sınırlarına dek şahidim olacaksınız. İsa’nın verdiği bu görev, birçok kadın ve erkeği inancın elçisi olarak dünyanın en ücra köşelerine götürdü. Bu görev Roma Piskoposu’nu da dünyanın her köşesine götürüyor.

Kalabalığı seviyordu

Papa, televizyonda görünmeyi seviyordu. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde çevresini saran kalabalığın yaptığı sevgi gösterilerinden büyük hoşnutluk duyduğu açıkça görülüyordu. Batılı ülkelerde ise, coşkulu kitleler son yıllarda iyice azalmıştı. II. Jean Paul, Boris Becker ya da Liza Minelli gibi ünlüleri kabul etmekten de hoşlanıyordu. Ancak eleştiri getiren din bilimcilerine karşı hoşgörüyle yaklaşmıyor, kiliseye değerli yenilikler getirebilecek bu kişiler karşısında inatla susmayı tercih ediyordu.

Papa II. Jean Paul’ün bu katılığı, muhtemelen büyüdüğü kapalı toplumdan kaynaklanıyordu. Polonya’da kilise düşmanı iki rejim, işgalci Naziler ve daha sonra komünistler, Karol Voytila’ya daha gençlik yıllarında inatla direnmeyi öğretmişti. Papa’nın bu içe kapalı direnişi, aynı zamanda gücünün kaynağıydı. Polonya’da kilise, dini değerlerine sıkıca sarılmış olan Katolik toplumun, marksizm karşısındaki tek silahıydı.

Papa'dan tutucu açıklamalar

Savunduğu sosyal politika ve barış için gösterdiği çabalarla, saygınlık kazanan Papa’nın, cinsel ahlaka yönelik tutuculuğu, birçok Katolik tarafından ilgisizlikle karşılanıyor, gençler arasında açık tepkiye yol açıyor ve din bilimcilerini çaresiz bırakıyordu. Papa, doğum kontrolü ile kürtajı aynı kefeye koymaktan çekinmiyordu. Ve tutum, sadece sıradan Katolikler değil, birçok yerel piskopos tarafından da kaygıyla karşılanıyordu. Vatikan’ın eşcinseller karşısında benimsediği katı tutum da, batı ülkelerinde tepkilere yol açıyordu.

2002 yılında, dünyanın birçok ülkesinde Katolik kiliselerinde din adamlarının gençlere cinsel tacizde bulunduğunun ortaya çıkması, Vatikan’ın bu tür olaylar karşısında yıllar boyunca kayıtsız kaldığı yönündeki suçlamalar, II. Jean Paul yönetimindeki Katolik kilisesinin itibarını zedeledi. Laik batı ülkelerinde, özellikle Almanya’da medya, Vatikan’ı açıkça eleştirmeye başladı. Polonya’lı Papa’nın medyada bulduğu coşkulu yankının yerini, eleştirel bir tutum aldı. Ve sonunda, bir zamanların medya yıldızı ve sosyal devrimcisi olan Papa, otoritesini giderek yitirmeye başladı.

Dinler arasında diyalog kurmayı istedi

Katolik kilisesi kapsamında her türlü yeniliği kapalı olan II. Jean Paul, dinler ve mezhepler arası diyalog kurmaya açıktı. Hristiyanlığın birliği adına Martin Luther’in öğretisinin vazgeçilmez olduğunu, ölümünden 450 yıl sonra onun hakkını vermek gerektiğini söyleyen ve böylece Protestanlar’la katolikler arasındaki uçurumu kapamayı başarak Papa, aynı zamanda 2000 yıllık kilise tarihinde, bir sinagogu ziyaret eden ilk Vatikan temsilcisi oldu. Papa II. Jean Paul 1986‘da Roma’daki sinagogu ziyaret etti ve 1993 yılında Vatikan’ın İsrail’i diplomatik olarak tanımasıyla, iki din arasındaki tarihi ihtilafa son verdi.

Papa II. Jean Paul hem büyük hem de trajik bir şahsiyetti. Tutucu, başkaldıran, egemen, kendini feda eden, sade, düşünce ve davranışları tezatlar içeren bir Papa hayata gözlerini yumdu. Özgürlük için mücadele eden ve özgürlüğü sadece kendi şahsına biçmeyen Papa, 1996 yılında Berlin’deki Brandenburg Kapısı’nda şöyle sesleniyordu:

„Bu ruhun sönmesine izin vermeyin. Bu kapıyı hep açık tutun, hem kendiniz hem de tüm insanlar için.“

II. Jean Paul, saygınlığı haketmiş bir Papa’ydı.