1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Latin Amerika'da sol rüzgar

Mirjam Gehrke/DW4 Aralık 2006

2006'yı Latin Amerikalıları seçim maratonuyla geçirdi. 2005 yılından bu yana 12 Latin Amerika ülkesinde başkanlık ve meclis genel seçimleri yapıldı. Ve çoğu ülkede seçmen oyunu soldaki adaylara verdi. Ama Latin Amerika’da tek tip bir sol doktrinden söz etmek mümkün değil.

https://p.dw.com/p/AZbJ
Brezilya Devlet Başkanı Da Silva (sağda), Venezuela Devlet Başkanı Chavez (solda) ve Arjantin Devlet Başkanı Kirchner solun temsilcileri.
Brezilya Devlet Başkanı Da Silva (sağda), Venezuela Devlet Başkanı Chavez (solda) ve Arjantin Devlet Başkanı Kirchner solun temsilcileri.Fotoğraf: AP

Güney Amerika ülkelerinde iktidara gelen sol başkan ve partilerin ortak özelliği soğuk savaşın sona ermiş olması nedeniyle Moskova ya da Pekin ile ideolojik bağlarının bulunmaması. Solun kökleri geniş halk kitlelerinin sosyal ve siyasi memnuniyetsizliğinden besleniyor. Solu iktidara taşıyan nedenler arasında benzerlik bulunsa da latin Amerika ülkkelerinde tek tip bir solcu anlayıştan ya da ideolojik yakınlıktan söz edilemez. Berlin’deki Bilim ve Siyaset Vakfı’nın Latin Amerika uzmanı Claudia Zilla’ya “Her ülkenin siyaset yelpazesinde solu işgal eden sosyal hareketler, gruplar, siyasi partiler var. Ama bunlar aynı fikirleri ya da benzer parti programlarını temsil etmiyor,” diyor.

Latin Amerika solunun ortak tarihi de yok. Şili’yi yöneten sosyalistlerle koalisyon ortağı hristiyan demokratların yüz yıllık halk partisi olma gelenekleri var. Tabare Vasquez’in Uruguay’ında ise sol ülke tarihinde ilk kez iktidar oldu. Claudia Zilla’ya göre, “Venezuela oldukça farklı. Devlet Başkanı Hugo Chavez’in kökü asker. Son derece farklı bir kurumdan geliyor ve siyasi parti geçmişi yok. Evo Morales de sendikacı sıfatıyla devlete bağlı olmayan bir kuruluşu temsilen sosyal halk hareketinin iktidara taşıdığı bir isim”.

Popülist solcular

Latin Amerika’nın iktidardaki sol lider ve partileri yapı ve kökleri kadar siyasi program ve hedefleri açısından da farklılık gösteriyor. Sol yelpazenin kızıldan pembeye kadar varan nüanslar gösterdiğini, ılımlı solun piyasa ekonomisine bağlı Şili, Arjantin, Brezilya ve Uruguay gibi ülkelerin bulunduğunu belirten Latin Amerika uzmanı Zilla, “Diğer yanda ise farklı ve radikal hatta popülist bir soldan söz edilebilir. Bolivya’nın Evo Morales’i ile Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez bu solun en çarpıcı örnekleri,” diyor. Ekvador'un yeni devlet başkanı Raffael Correa ve dört teşebbüs ve anayasa değişikliğinden sonra oyların yüzde 35’i ile seçilen Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega da bu sınıfa dahil.

Sol iktidarları bekleyen en önemli görev sosyal gerginlikleri azaltmak. Askeri dikta rejimlerinin tarihe karışması kıtaya refah ve sosyal esenlik getirmedi. 1990’lı yılların yeni demokratik hükümetleri, özelleştirme, sübvansiyonların azaltılması ve piyasanın rekabete bırakılması gibi fakirlikle mücadele reçetesi taşıyan Washington tipi neoliberal politikalar izlediler.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın herkese daha fazla refah payı için sundukları formüller tutmadı. 550 milyon latin Amerikalı’nın 220 milyonu fakirlik sınırının altında. 100 milyonu ise günde bir dolardan azıyla geçinmek zorunda. Latin Amerika dünyanın gelir dağılımı en bozuk bölgesi. Claudia Zilla, sadece fakirlikle mücadelenin yeterli olmayacağı görüşünde: “1990’lı yıllarda fakirliğin azaltılabildiği Şili gibi ülkelerde fakirlerin sayısı yarı yarıya azaldı ama sosyal eşitsizlik aynı ölçüde arttı.”

Chavez yolu açtı

Latin Amerika’nın sola kayışı 1990’ların sonlarında Chavez’in devlet başkanlığına seçilmesiyle başladı. Onu Şili’de Ricardo Lagos, Brezilya’da işçi lideri Lula da Silva ve Arjantin’de Nestor Kirchner izlediler. Claudia Zilla süper seçim yılı 2006’da dünya kamuoyunun dikkatini çekmiş olmasının latin Amerika açısından önemli bir fırsat olduğunu söylüyor ve ekliyor. “Latin Amerika ABD ve AB’nin ilgi odağı değil. AB genişlemeyle meşgul. Bu nedenle doğu Avrupa’ya öncelik tanıyor. 11 Eylül 2001 ABD’nin acendasını da değiştirdi. Latin Amerika, barış ve huzuru koruduğu müddetçe, müdahalelere neden olmadan siyasi tercihleri doğrultusunda yaşayabilir.”