1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Kaşıkçı'nın akıbeti ortam dinlemesinde mi?

Türkei Banu Güven
Banu Güven
12 Ekim 2018

Türkiye muhataplarına ve basına Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan Konsolosluğu'nda öldürüldüğünü söylüyor. Washington Post'ta çıkan haber, konsoloslukta ortam dinlemesi yapıldığını gösteriyor. Banu Güven DW Türkçe için yazdı.

https://p.dw.com/p/36SoF
Verschwinden des prominenten saudischen Journalisten Jamal Khashoggi
Fotoğraf: picture-alliance/AA/E. Yorulmaz

Güç,  otoriterlik ve cezasızlığın devletleri nasıl zorbalaştırdığını biliyoruz. Artık kendisi devlet olan bazı yönetimler, muhalif vatandaşlarını baskıyla, hapisle, işkenceyle sindirmeye, susturmaya çalışıyor ve hatta öldürebiliyorlar. Yanıbaşlarında kendilerine nüfuz alanları yaratmak için komşularına dayılanıyor, hatta savaş açabiliyorlar. Her türlü hak ihlali gırla giderken zaman zaman birbirlerinin ayağına bassalar da, neo-liberalizm ve bölgesel çıkar tutkalı onları birbirine bağlıyor. Elindeki kartlara güvenen yönetimler, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hakları ayaklarının altında çiğneye çiğneye yollarına devam ediyor. Güç hiyerarşisinde bulundukları sıradan aldıkları cesaretle suç üzerine suç işliyorlar. Her seferinde çıtayı biraz daha yukarı çekiyor ve suçun niteliğini de değiştiriyorlar. Bu yönetimlere muhalif isimler artık sadece kendi ülkelerinde değil, dünyanın her yerinde her türlü tehlikeye açık.

Ajanların ve derin devletin muhaliflerin peşine düşüp onları sığındıkları ülkelerde öldürmesi yeni bir durum değil aslında. Fazla gerilere gitmeden Paris'te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'e düzenlenen suikastı hatırlayın. Konuşmaları istenmeyen olan Rus muhaliflerin İngiltere'de nasıl teker teker zehirlendiğini hatırlayın. Daha gerilere gidelim. İran'daki Humeyni rejimi muhaliflerinin sığındıkları Türkiye'de suikastlere kurban gittiğini hatırlayın. Hedefinde daha ziyade Filistinliler bulunan İsrail gizli servisi MOSSAD'ın elinin dünyanın her yerine nasıl uzandığına dair bir kitap ise, daha bu yıl çıktı: Rise and Kill First (Kalk ve Önce Sen Öldür - Ronen Bergman) Soğuk Savaş dönemindeki casusluk hikayeleri malum. John Le Carre'ın romanları da mesnetsiz hayal ürünleri değil. Ama Ekim 2018 bütün bu "düzen" içinde, tarihte yeni bir dönüm noktası. Bir yönetimin kendi vatandaşını başka bir ülkedeki diplomatik temsilciliğinde "kaybetmesine", böylesine bir cürete, ilk kez tanık oluyoruz. Bu cüretle beraber, devletlerin birbirlerine karşı haklı güvensizliği ve bu yüzden birbirlerini nasıl izlediklerine dair ipuçları da ortaya çıkıyor.

"İkna edici, korkunç kanıtlar"

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın 2 Ekim'de girdiği konsolosluktan bir daha çıkamadığını artık herkes biliyor. Kaşıkçı'nın kaybolmasının ardından ilk açıklama ertesi gün Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'dan gelmişti. Kalın, bir soru üzerine Kaşıkçı'nın halen konsoloslukta olduğunu "bilgi" olarak paylaşmış, Dışişleri Bakanlığı ve  Emniyet'in konuyla ilgili çalıştığını, Suudi yetkililerle temasların yürütüldüğünü söylemişti. Kalın, "… (B)öyle bir olayın uluslararası hukuk boyutu, Türkiye Cumhuriyeti hukuku boyutu, insani boyutu var. Ümit ediyorum bu iş suhuletle çözülür" derken, Kaşıkçı'nın konsolosluktan sağ çıkmama ihtimalini hesaplıyor muydu?

Aradan geçen 10 gün içinde resmi açıklamalar, olayın tüm boyutlarıyla soruşturulduğunu belirtmekten öteye gitmedi, ama güvenilir kaynaklar uluslararası ajans ve basına bilgi aktarımına başladı. Polisin Kaşıkçı'nın konsolosluk binası içinde öldürüldüğü sonucuna vardığını tüm dünyaya Reuters haber ajansı duyurdu. Bu yolla paylaşılan bilgilere her gün bir yenisi eklendi. Suudi Arabistan'dan gelip, siyah minibüslerle konsolosluğa giren ve Kaşıkçı sırra kadem bastıktan sonra yine özel uçaklarla dönen şüpheliler, isimleri, görevleri, kamera kayıtları… Bütün bunlar resmi açıklama yapılmaksızın medyayla paylaşıldı.

Konsoloslukta ortam dinlemesi mi vardı?

Kaşıkçı'nın makalelerini yayınlayan Washington Post gazetesi perşembe günkü haberinde, Türk yetkililerin elinde Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan Konsolosluğu'nda öldürüldüğüne dair görüntü ve ses kayıtları olduğunu yazdı. Gazete, Türk yetkililerin bu bilgileri ABD'li muhataplarıyla paylaştığını da dile getirdi. Habere göre bu kayıtlarda, Kaşıkçı'nın konsolosluğa girdikten sonra nasıl gözaltına alındığı, sorgulandığı, işkenceye maruz kaldığı ve öldürüldüğü görülüyor ve duyuluyor. Post'a bilgi aktaran kaynaklar, özellikle ses kaydının Kaşıkçı'nın akıbeti konusundaki "en ikna edici ve korkunç kanıtı içerdiğini" söylüyorlar.

Kaşıkçı'nın başkonsolosluğa girerken çekilen görüntüsünden bir kare
Kaşıkçı'nın başkonsolosluğa girerken çekilen görüntüsünden bir kareFotoğraf: Reuters TV

Pekiyi bu kayıtlara nasıl ulaşıldı?

Bu sorunun tek cevabı var: İstihbarat faaliyeti. Yani birilerinin, Türkiye'nin ya da bir müttefikinin, Suudi Konsolosluğu'na gizli kamera ve ses kayıt cihazı yerleştirmiş olması lazım ki, bu kayıtlara ulaşılabilsin.

Anladığımız kadarıyla Türkiye'nin elinde Kaşıkçı'nın akıbetiyle ilgili sağlam ama gayrı diplomatik deliller var. Yetkililer belki bu nedenle de, Cemal Kaşıkçı'nın izine ulaşmak istiyor. Yani olay yeri inceleme ekipleri ve adli tıp uzmanlarının konsolosluk binası ve konutunda ciddi bir inceleme yapması gerekiyor.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman, "Türk yetkililer konsolosluğu aramak istiyorlarsa, buyursunlar" dedi, ama niyeyse bu arama hala gerçekleşmedi. Bunun ardında söz konusu aramanın sınırları ya da derinliğiyle ilgili bir anlaşmazlık olabilir mi? Bu arada Kaşıkçı'nın akıbetine dair delillerin karartılması ihtimalini de gözardı etmemek gerekiyor.

Komisyonda ne olacak?

Başsavcı soruşturmayı sürdürürken, iki ülke yetkililerinin ortak bir komisyon kuracağı duyuruldu. Acaba Türk yetkililer bu komisyondaki Suudi muhataplarına ellerindeki kayıtları gösterecek ya da dinletecekler mi? Bir insanın hayatı söz konusuyken, gayrı diplomatik yollarla edinilmiş olması muhtemel "delilleri" açıkça paylaşmaktan kaçınacaklar mı? Misyon şefinin rızasıyla yapılabilecek bu inceleme için daha ne kadar beklemek gerekecek?

Trumpn derdi 100 milyar dolar

Türkiye ABD'de oturma izni bulunan Kaşıkçı'nın durumuyla ilgili Beyaz Saray'dan beklediği çıkışı henüz görebilmiş değil. Başkan Donald Trump'ın Suudi Arabistan'la ilişkiler nasıl etkilenecek" sorusuna verdiği cevap bizi birinci kareye, yazının başına götürüyor: "Olanlar hiç hoşumuza gitmiyor. Ama bu durum bizi bu ülkeye gelen 110 milyar dolardan vazgeçirmeli mi? (Suudiler'in bu parayı harcayacağı) ikisi çok iyi, dört - beş alternatifleri varken, bunu kabul edemem".

Suudi Arabistan, işte bu yüzden kendi topraklarında, Yemen'de çıkardığı savaşta ya da Türkiye'deki Başkonsolosluğu'nda, dünyanın gözünün içine baka baka hak ihlallerine devam edebiliyor.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe

Türkei Banu Güven
Banu Güven Gazeteci ve TV moderatörü. Türkiye, Almanya ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazılar kaleme alıyor.