1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Fransa'da kaybedenler

Ute Schaeffer / DW1 Haziran 2005

Fransız halkının AB Anayasası’na “hayır“ demesi, AB’de siyasi bir şok dalgası yarattı ve Avrupa projesinin zayıf noktalarını gündeme getirdi. DW Fransızca Servisi’nden Ute Schaeffer’in, hayati konuların nihayet masaya getirilmesinin Avrupa için bir fırsat olabileceğini savunduğu yorumu şöyle:

https://p.dw.com/p/AZwI

“Fransızlar’ın AB Anayasası’nı reddetmesinin ardından, ortada birçok mağlup bulunuyor. Görevinden ayrılmak zorunda kalan Fransa Başbakanı Jean-Pierre Raffarin, halkın çoğunluğunun endişelerine rağmen çizgisini sürdüren Cumhurbaşkanı Jacques Chirac. Ama referandumun en büyük mağlubu “Avrupa fikri“. Anayasa ile Avrupa’nın daha somut şekillenmesi, daha fazla demokrasi sağlanması umuluyordu. Ancak bu büyük hedef, Fransızlar’ın korkularının altında kayboldu.

Referandumdaki “hayır“ yanıtı, tüm Avrupa ülkelerindeki alışılagelmiş politikaların nasıl iflas ettiğine yeni bir örnek. “Eski Avrupa“, dinamik ve daha pragmatik yeni üyeler ile rekabette başarılı olamıyor. İnsanların korkuları her yerde aynı: Hem Almanya’da hem Fransa’da işsizlik oranı çok yüksek. İki ülkede de genişleyen AB’nin güney veya doğudaki üyelerinden ucuz iş gücü piyasaya akıyor.

Avrupa çapında rekabete ayaka uyduramayan birçok sanayi sektörleri havlu atmak zorunda kalıyor. „Eski“ üyeler, ekonomide, eğitimde ve istihdamda rekabet gücünü kaybediyor. İşte Fransa’daki seçmenler bu duygular içinde „hayır“ dedi. Fransızlar, başarı vadeden yeni reçeteler sunulmadıkça, eski siyasi çizgiyi korumaktan yana tavır koydu.

Ancak Avrupa’nın asıl sorunu iletişim ve imaj konusunda değil. Birlik, asıl ciddi bir kimlik sorunu ile karşı karşıya, hem de kurucu üye ülkelerin halklarında. Çünkü son yıllarda yaşanan hızlı genişleme, birlik duygusunun derinleşmesine engel oldu. Fransızlar’ın ret cevabı, Avrupa’nın, sadece elit kesimin sahiplendiği bir proje olduğunu acı bir şekilde gözler önüne serdi.

Bu yüzden iki hafta sonraki AB Zirvesi, aynı zamanda bir kriz zirvesi niteliğini taşıyacak. Bu zirvede, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlaması ile genişlemede yeni bir etaba girilmesi de muhakkak yeniden gözden geçirilmeli. Dünya Kadınlar Günü’nde gösterici kadınları döven polislerin görüntülerini izleyenler, sınırları Fırat Nehri’ne kadar uzanacak Avrupa’nın ortak değerlerinin ne olacağını sormadan edemiyor. Ayrıca eski Çavuşevsku rejiminin gizli polisi çalışanlarının, siyasi görevler üstlendiği Romanya gibi ülkelerde de değerler tartışmasının çok daha açık bir şekilde yürütülmesi gerekiyor. Avrupa, sadece belli değerleri savunduğu sürece, ortak değerlerden oluşan bir yapı olabilecektir.

İnsanlar, on yıllardır hiç kuşkusuz Avrupa’dan kar ediyor, yararlanıyor, hatta kanıksayıp artık bunun farkına bile varmıyorlar. Ama 25 üyeli AB’de yine de bir „biz“ duygusu oluşmadı. Ortak değerler ve ortak bir tarih aracılığıyla bir birlik oluşturma duygusu, Fransa, Almanya veya İngiltere’deki insanlardan daha çok, yeni üyelerdeki halkta hakim.

Avrupa politikası yine insanlara yönelmek zorunda. Avrupa’nın siyasi geleceği ancak Avrupa fikri insanların kafalarında ve kalplerinde var olursa mümkün olabilir. 25 üyeli Avrupa’nın kimliği, kültürü ve tarihi konusunda ortak ve insanlar tarafından anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir vizyon şart. Bu karmaşık ve tartışmalı konunun artık ele alınması gerekiyor. Ve Avrupa’nın entegrasyonunda lokomotif görevini gören kurucu üye Almanya ile Fransa’ya bu konuda özellikle büyük görev düşüyor. Böylece Fransa’daki referandumda sandıktan çıkan „hayır“ belki de Avrupa için bir fırsata dönüştürülebilir."