1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Cumhuriyet’in davası bitmedi

28 Nisan 2018

Cesaret ve zeka dolu savunmaları gözlerimizi doldurdu... Hakikati nasıl savunduklarını gördükçe gururlandık.. Gazeteci Banu Güven, Cumhuriyet davasını DW Türkçe için yazdı.

https://p.dw.com/p/2wq1V
Türkei Banu Güven
Fotoğraf: Privat

Banu Güven: Cumhuriyet'in davası bitmedi

Cumhuriyet Gazetesi Türkiye'nin ulusal çapta dağıtılan en köklü gazetesi. 1924’ten bu yana yayın hayatını sürdürüyor. Bugüne kadar çok darbe atlattı. 12 Mart Muhtırası’nın ardından İlhan Selçuk’un "Hoşgeldin Tanzimat Kafası" başlıklı yazısı gerekçe gösterilerek 10 gün kapatıldı, yazarları tutuklandı. İlhan Selçuk’un Ziverbey Köşkü’ndeki işkenceyi ifadesindeki akrostişle açığa çıkarması tarihe geçti. Gazete 1980 darbesinden sonra da iki kez kapatıldı. Barış Derneği davasında yazarları da tutuklandı.

Bunlar demokrasinin Türkiye’de askıya alındığı zamanlardı. Gazete o günleri aştı geldi, ama ele geçirilmeye yönelik böylesine bir komployla hiç karşılaşmadı. AKP iktidarı tarafından da hiçbir zaman sevilmemişti. MİT tırları görüntüleri ve haberini yayınlayınca bir daha çıkmamak üzere radara girdi, torpido üzerine torpido yedi, ama öyle kolay batacak bir gemi değildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından da çoğulcu demokrasiden yana, OHAL’e karşı durdu; darbe girişimine giden yolun taşlarını kimlerin döşediğini hatırlattı. Öyle bir rahatsızlık yarattı ki, basın tarihinin en dramatik davalarından birinin konusu oldu. İddia makamı editoryal bağımsızlık ilkesini hiç anlamıyor ya da hiç önemsemiyordu; bu yüzden vakfın yönetim kurulu üyelerini içeri atıp değiştirerek gazeteyi bitireceğini sandı. Cumhuriyet davası Türkiye’de basın özgürlüğüne vurulmak istenen kelepçenin en açık şekilde görüldüğü davalardan biri olarak tarihe geçti.

Cesaret ve zeka dolu savunmalar

Gözaltılarla tam bir buçuk yılı bulan bir süreç oldu bu. Sonra da yöneticisinden avukatına, gazetecisinden muhasebecisine 17 Cumhuriyet çalışanı dokuz ay mahkemelere taşındı. Çoğu günler süren sekiz duruşma gördük. Bu duruşmalarda insanın aklının almayacağı suçlamalarla dolu iddianameye hayretler ettik. Özgürlüklerinden mahrum bırakılan meslektaşlarımızın bu saçma sapan suçlamalar karşısında kendilerini savunmak zorunda kalmaları içimizi burktu. Gazeteciliği ve hakikati nasıl savunduklarını gördükçe gururlandık. Cesaret ve zeka dolu savunmalarını hayranlıkla dinledik. O duruşma salonlarında birbirimizden güç alırken gözlerimiz doldu. Onlar terör örgütüne yardım suçlamasını her seferinde yerle yeksan ederlerken, “Tamam artık, bundan ötesi yok. Daha fazla ne söylenebilir ki” dedik. Ama bütün bu mesnetsiz ve ısmarlama suçlamalar karşısında, her duruşmada binbir emekle hakikati tekrar tekrar anlatmak zorunda bırakıldılar. Hakikat o kadar güçlüydü ve duruşmalarda salonun orta yerinde o kadar kocaman duruyordu ki, elinizi uzatsanız ona tutunabilirdiniz. Ama iddia makamı ve mahkeme heyeti suçlamalara tutunmayı tercih etti. Bu tercih maalesef başından belliydi. Yoksa gazetenin yayın politikasını değiştirmek gibi, basın özgürlüğüne müdahalenin itirafı sayılabilecek suçlamalarla dolu bir iddianame nasıl kabul edilebilirdi ki?

Sonuç: Hakikat için bunca zamandır verilen emek fermanı bozamadı. Gazetenin 17 çalışanı 8 yıl 1 ay 15 gün ile 2 yıl 6 ay arasında değişen cezalara çarptırıldı. Gazetenin imtiyaz sahibi, 62 yıllık gazeteci Orhan Erinç 82 yaşında terör örgütüne yardımdan 6 yıl 3 ay ceza almış oldu.

Bütün ülkenin üzerinden sallanan kılıç

Kararın ertesi günü önce 56. haftasını dolduran Adalet Nöbeti için Çağlayan’da Adliye’de buluşuldu, sonra gazeteye geçildi. Artık cezaevinde gazeteden kimse kalmamıştı, ama herkes kutlanan özgürlüğün ne kadar kırılgan olduğunun farkındaydı. Cezalar Damokles’in kılıcı gibiydi, ama bu kılıç sadece gazetenin değil, bütün ülkenin üzerinde sallanıyordu. Cezaevinde onca gazeteci varken, bunlardan çoğu benzer cezalara çarptırılmışken, dolu dolu sevinmek mümkün değildi. Özgürlüğü hissetmenin en iyi yolu belki de hapisle kesintiye uğratılmış hayata geri dönmekti. Gazeteye ziyaretçiler akın ederken Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu odasına doğru kayıverdi. Ahmet Şık hem sohbet ediyor, hem de “Çalışmam lazım. İşim var” diyordu. O da masasının başına kaçtı. Baskıya karşı en iyi direnme yolu işini yapmaya devam etmek değil miydi? Murat dolu gibi yağan cezaların ardından “Biz aynı şekilde gazetecilik yapmaya devam edeceğiz” demişti. Cumhuriyet’in gazetecilik faaliyeti bitmediği gibi, hukuk mücadelesi de bitmedi.

Şimdi sıra bu ağır ithamın - kararın bozulmasına geldi. Bundan sonrası teknik açıklamalar, olasılık hesapları ve tatsız aritmetik işlemler gerektiriyor. Bu ayrıntılara hiç girmeden sözü Akın Atalay’a, daha doğrusu son savunmasında alıntı yaptığı Tevfik Fikret’e bırakacağım. Cumhurbaşkanının bu cezaların verildiği gün “Türkiye adalet konusunda çok daha iyi bir döneme giriyor” dediğini hatırlatarak.

"Haksızlığın envâını gördük. Bu mu kanun? En gamlı sefaletlere düştük; bu mu devlet? Devletse de, kanunsa da artık yeter olsun; Artık yeter olsun bu denî zulm ü cehâlet…"

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe