1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Almanya’ya özgü İslam’a ihtiyacımız var"

4 Mayıs 2016

Demokrasi, hoşgörü ve topluma uyum konusundaki olağanüstü katılarından ötürü Arap kökenli yazar Ahmed Mansur’a Carl-Ossietzki Ödülü verilecek. Mansur, Almanya'da İslam'la ilgili yürütülen tartışmayı DW'ye değerlendirdi.

https://p.dw.com/p/1IhaQ
Ahmed Mansur
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/Eventpress Stauffenberg

İsrail’de 1976 yılında doğmuş olan Filistin-İsrail kökenli psikolog ve yazar Ahmed Mansur 2004 yılından bu yana Almanya’da yaşıyor. Son dönemlerde özellikle Almanya'daki Müslüman gençlerin radikalleşmesi konusuyla yakından ilgileniyor. Zira kendisinin de gençliğinde aşırı İslamcı olduğunu belirtiyor. İsrail’deki terör ortamı nedeniyle doğduğu toprakları terketmek ve Almanya’ya göç etmek zorunda kalmış. Oldenburg kent yönetimi Nazi rejimine karşı demokrasi mücadelesi vermiş olan gazeteci ve pasifist Carl-Ossietzki (1889-1938) adına onun demokrasi anlayışını, medeni cesaretini benimseyen kişileri iki yılda bir ödüllendiriyor. Bu yılki ödül Ahmed Mansur’a gidecek. Mansur'un, “Allah Jenerasyonu – Aşırı dincilikle mücadele konusunda neden farklı düşünmemiz gerekiyor” adlı 2015’te yayımlanmış Almanca bir kitabı da bulunuyor. Mansur, DW'den Sabine Peschel'in sorularını yanıtladı.

DW: Almanya’da aşırı İslamcılık konusu -gelişmelerin de dayatmasıyla- medyada enine boyuna tartışılıyor ve bu tartışmalarda sık sık uzman görüşleriniza başvuruluyor, kamuoyunda tanınan bir kişi konumundasınız. Hem aşırı İslamcılardan hem de aşırı sağcılardan tehditler aldığınız için polis koruması altındasınız. Peki bu durum çalışmalarınıza köstek olmuyor mu?

Ahmed Mansur: “Bir okulda ya da toplantıda konuşmak üzere bulunuyorsam, tehdit konusunu o an için aklımdan çıkartabiliyorum. Ama tabii tehditler güncelliğini koruyor. Bana verilecek ödül insanlar arasında nefretle mücadeleye yönelik olduğu için bugüne kadar yaptıklarımı onaylamak anlamına da geliyor. Gittiğim toplantılarda, okullarda aldığım tepkiler bu ülkedeki insanların çoğunluğunun benim gibi düşündüğünü ve yaptıklarımı iyi bulduklarını gösteriyor.”

DW: Almanya’da şu sıralarda camilerin finansmanı ve imamların vaazlarının Almanca olması gibi konular üzerinde tartışılıyor. Hatta Hristiyan Birlik partileri Federal Meclis Grubu Başkanı Volker Kauder camilerin devlet tarafından denetlenmesini talep ediyor. Bu tür önlemleri anlamlı buluyor musunuz?

Ahmed Mansur: “Hayır, genel anlamıyla değil. Nefret vaazları verilen camiler zaten Alman iç istihbarat servisi Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından izleniyor. Bizim asıl ihtiyacımız olan şey Almanya’ya, Avrupa’ya özgü bir İslamdır. İnsan haklarına kayıtsız şartsız destek olan bir İslam. Ama bu Hristiyan Birlik partilerinin, sosyal demokratların ya da Yeşiller Partisi’nin değil, Müslümanların görevi olmalıdır. Onlar İslam’a ilişkin tartışmaları yürütmelidirler ve Almanya’ya, herşeyden önce de gençliğe seslenecek bir İslam’a imkan tanımalıdırlar.

Elbette camilerde konuşma dilinin Almanca olması genç insanlar için şimdi olduğundan çok daha iyi sonuçlar verecektir. Radikalleşmenin nedenlerinden biri de Selefîlerin Almanca diyaloğa girebilen tek grup olması ve gençliğin dilinden anlamasıdır.

Ancak ben Almanya’da bağımsız bir İslam’dan yanayım. Türkiye’den Suudi Arabistan’dan bağımsız bir İslam. Bu gibi hedelere sadece yasa bazında ulaşılamaz. Almanya’da konuya farklı açılardan bakan bir İslam tartışması gereklidir. Bir yanda radikal gelişmeleri masum göstermenin, diğer yanda da genelleştirmenin bize bir faydası yok.”

DW: Almanya’daki çok sayıda gencin burada yaşamaktan, buradaki özgürlük ortamından, kendilerini geliştirme ve güçlü yanlarını ortaya çıkartma doğrultusundaki olanakları kullanmaktan memnun olduğunu söylüyorsunuz. Peki o halde radikal imamlar gençlere nasıl ulaşabiliyor ve onları örneğin nasıl Selefî yapabiliyorlar?

Ahmed Mansur: “Bu insanlar gençlere ulaşabiliyor, çünkü onlara seçkin bir gruba ait oldukları yönünde bir görev, bir misyon, imkan sunuyorlar. Bu radikal imamlar onları camilerde beklemekle de yetinmiyorlar; onların bulunduğu okullara, oyun salonlarına, futbol sahalarına gidiyorlar. “

DW: Sürgünde yaşamak zorunda kalan çok sayıda Arap aydını aydınlanmış bir ateizm ya da en azından dinin tavizsiz bir biçimde kişinin özeli olması gerektiğini vurguluyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ahmed Mansur: “Bu, benim de arzu ettiğim bir şey. Birçok insan için bu ilginç bir perspektif olabilir. Ancak dünya üzerinde çok sayıda inançlı kişi var. Dine bağlılık azalmıyor, tersine artıyor ve sadece Müslümanlar arasında da değil bu eğilim. İnsanlar din sayesinde kendilerini iyi hissediyorlarsa, bunu kimse onların elinden almamalı. Eğer inançlarını demokrasi ve insan hakları ile bağdaştırabiliyorlarsa, inançlarına siyasî boyutlar yüklemiyorlarsa, o zaman inançlı olabilirler. Din konusunda farklı düşünce ve görüşlerin yanyana yaşayabileceğini insanlara anlatabilecek bir kültür yaratmalıyız. Bu sadece Almanya'ya değil, özellikle Arap ülkelerine son derece büyük bir zenginlik katacaktır.”

© Deutsche Welle Türkçe

DW/Sabine Peschel