1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Alman hükümetinin dış politikadaki zorlukları

25 Temmuz 2018

Alman hükümeti, iç politikadaki ayrılıkların aksine dış politikada uzlaşı ve koordinasyona büyük önem veriyor. Ancak pek çok AB ülkesi, ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Kersten Knipp'in analizi:

https://p.dw.com/p/322IG
Europarede von Außenminister Heiko Maas
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/G. Fischer

Ischia ve Uckermark, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in en sevdiği tatil beldeleri arasında başı çekiyor. Ancak Merkel, yaz tatilini bu yıl nerede geçireceğini açıklamadı. Geleneksel yaz basın toplantısında "Bu benim özel hayatım. Kimseyi ilgilendirmez” demekle yetindi.

Dışişleri Bakanı Heiko Maas'ın ajandası ise daha şeffaf. Alman bakan, çiçeği burnunda İngiliz mevkidaşı Jeremy Hunt ve İtalya Dışişleri Bakanı Enzo Moavero Milanesi ile görüşmeler yaptı. Her iki politikacı da ülkelerindeki siyasi sarsıntılardan sonra göreve geldi. İngiliz hükümeti ortak bir Brexit stratejisi konusunda mutabakat sağlayamayınca Jeremy Hunt'un selefi Boris Johnson istifa etti. Johnson, sert bir Brexit stratejisi izlenmesi gerektiğini savunuyordu. Enzo Moavero Milanesi ise mülteci politikası konusunda Avrupalı ortaklarıyla uzlaşmaya fazla önem vermeyip başına buyruk ve radikal bir yol izlemeyi tercih eden bir hükümetin mensubu.

Her iki ülke de ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi tercih ediyor. Bu tutum, dış politikada uzlaşı ve koordinasyona büyük önem veren Alman hükümetinin politikasıyla bariz bir şekilde çelişiyor. Bu da söz Almanya'nın söz konusu ülkelerle diyaloğunu zorlaştırıyor. Geçmiş yıllarda Ortak Avrupa ruhuna uygun büyük çaptlı kararlar alınmıştı: İç sınırların açılması, ortak para birimi Euro'nun tedavüle girmesi ve ortak bir dış politikanın temellerinin atılması gibi köklü adımlar bugün artık çok uzaklarda görünüyor.

Schiff mit mehr als 900 Flüchtlingen landet in Italien
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/O. Scardino

Farklı ve ortak noktalar

Peki bu gelişmede Alman hükümetinin izlediği politikalar de etkili oldu mu? Alman Dış Politika Derneği Direktörü Daniela Schwarzer, DW'ye verdiği mülakatta bunun mümkün olabileceğini söylüyor. Almanya'nın, liberal mülteci politikası nedeniyle özellikle 2015 yılından itibaren Birlik içinde yoğun eleştirilere maruz kaldığını hatırlatan Schwarzer, bu stratejinin arkasında insanî nedenlerin yanı sıra Avrupa Birliği iç sınırlarının yeniden aktif hale gelmesinin engellenmesi düşüncesinin yattığını, ancak bu gerekçenin diğer AB ülkelerine yeterince anlatalımadığını belirtiyor. Akdeniz ülkelerinin taşıdığı endişelerin Almanya tarafından geç algılandığını ve herkesin kabul edebileceği adil bir yük dağılımının başarılamadığını da vurgulayan Daniela Schwarzer, sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Bu da AB içinde gerilime neden oldu. Ancak şunu da belirtmememiz gerekir ki, Almanya'nın Fransa ve bazı İskandinav ülkeleriyle ortak görüşleri de mevcut. Sadece yasal bir göçün sığınma hakkında temel teşkil edebileceği, ayrıca sınır güvenliğinin sağlanması ve mültecilerin adil dağıtılması konularında daha sıkı işbirliği yapılması gerektiğine dair mutabakat söz konusu.”

Alman hükümetinin mülteci politikasının, İngilizlerin Brexit kararında etkili olup olmadığı ise muğlak bir mesele. Ancak popülist siyaset odaklarının, bu gibi durumları kullanmaya çalıştığını Başbakan Angela Merkel de geçtiğimiz Haziran ayında katıldığı bir televizyon programında kabul etti. Donald Trump'ın seçmen kitlesiyle ilgili bir değerlendirme yapan Merkel şöyle konuştu: "Ülkemizde yaşadığımız deneyimlerden de biliyoruz ki, insanlar kendilerini terkedilmiş hissettiklerinde, popülist partilere oy veriyor. Aynı durumun Brexit taraftarları için de söz konusu olması muhtemeldir.”

Dış politikayı iç politika belirliyor

Kesin olan şu ki, bir ülkedeki iç politik dengeler, giderek artan bir oranda dış politika üzerinde de belirleyici oluyor. Bu da artık daha sıkı bir ağ ile sarılmış olan ve etkileşimin daha yoğun olduğu dünyada büyük ve hızlı bir etkiye neden oluyor. Örneğin İtalya'da mültecilere yönelik yoğunlaşan tepkiler ve gençler arasında artan işsizlik, seçim sonuçlarına da yansıyor. Hükümet, halkın bu taleplerine duyarsız kalamıyor ve bunun ister istemez dış politikaya da etkisi oluyor.

Çoğu AB ülkesinde de buna benzer durumlar söz konusu. Hal böyle olunca da ortak bir Avrupa politikası oluşturmak ve uluslararası arenada "Birlik” olarak boy göstermek giderek zorlaşıyor. Bu, özellikle ABD ile ilişkilerde son dönemde bariz bir şekilde hissediliyor. 

"AB, tüm cephelerdeki anlaşmazlık ve sorunların ne olduğunu biliyor. Gerek Avrupa gerekse Alman dış politikası, Birliği ayakta tutmaya ve içte güç kazanmaya odaklanmalıdır” diyen Alman Dış Politika Derneği Direktörü Daniela Schwarzer, bugüne kadarki tutum ve stratejilerin bazı noktalardan gözden geçirilmesi gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: "AB ve NATO, prizma işlevi görmeye devam ediyor. Almanya, dış ve güvenlik politikasını buna göre şekillendiriyor. Hükümetler arası işbirliğini güçlendirmek amacıyla on yıllar boyunca uluslararası teşkillatlar kurulup geliştirildi. Ancak şimdi işbirliği yerine rekabet ön plana çıktı.”

ABD'nin uzun yıllar boyunca güvenilir bir ortak olduğunu hatırlatan Schwarzer, Donald Trump'un yönetimi devralmasıyla bazı alanlarda ülkesini Avrupa'nın rakibi olarak gördüğünü kaydediyor ve ekliyor: "Almanya ve AB'nin şimdi yeni ticari seçenekler oluşturması gerekiyor. Böyle bir ortamda Avrupalıların arasında işbirliği yapılması kaçınılmaz. Almanya, giderek daha zorlu hale gelen uluslararası şartlarda, kendisinin ve Avrupa'nın çıkarlarını ancak bu şekilde koruyabilir.”

Sommerpressekonferenz Merkel
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/W. Kumm

"Konuşmak herkese fayda sağlar"

Angela Merkel, sorunlara kendi tarzıyla yaklaşmayı tercih ediyor: Sakin ve sağduyulu. Yaz basın toplantısında bu tavrına şöyle açıklık getirdi: "Konuşmak, aslında herkese fayda sağlar. Benim için çoğulculuk her zaman önemli olmuştur. Ancak halihâzırda bu, her zamanlı geçerli bir prensip olmayabiliyor. Ben yine de bunu savunmaya devam edeceğim. Zira sadece bu şekilde ilerleme sağlayabiliriz.”

Ancak pek çok AB ülkesi için bu yöntem şu sıralar pek de popüler değil. Bazı vatandaşların gözünde AB, artık meşruiyetini yitirdi. Seslerini ilgililere duyuramadıkları hissine kapılmış durumdalar. Bu da onları, milliyetçi ve popülist partiler için uygun bir hedef kitlesi haline getiriyor. Milliyetçi köklere geri döneceklerini söyleyen sağ çizgideki bu partiler, böylece vatandaşların çıkarlarını daha etkin bir şekilde koruyacaklarını vaat ediyor.

Alman Dış Politika Derneği Direktörü Daniela Schwarzer, asıl büyük çelişkinin de burada yattığını söylüyor: "İklim, göç ve güvenlik gibi devasa meseleler, ulusal boyutta çözülemez. Avrupa ve dünyadaki ekonomik düzenin küçük parçalara ayrılıp yeniden rasyonalize edilmesi de pek çok dezavantajı beraberinde getirir. Bu nedenle Avrupalı politikacıların, halka şu duyguyu aşılamaları gerekiyor: AB, bir tehdit değil koruma alanıdır. Ayrıca AB ancak ve ancak birlikte hareket ettikleri takdirde uluslararası arenada şekillendirici bir güç rolünü üstlenebilir. Bu iki unsur, Almanya'nın gelecekteki Avrupa politikasının yapılandırılmasında ön planda tutulmalıdır.” 

Kersten Knipp

© Deutsche Welle Türkçe