1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Mülteci mutabakatı yenilenecek mi?

18 Mart 2021

2016 yılındaki "göç mutabakatını" yenilemek için Ankara ile Brüksel arasında diplomatik pazarlıklar hız kazandı. Tarafların beklentilerini ve müzakerelerdeki kritik başlıkları uzmanlar DW Türkçe’ye değerlendirdi.

https://p.dw.com/p/3qmBk
Migranten an der griechisch-türkischen Grenze
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/AP/E. Gurel

AB ile Türkiye'nin beş yıl önce bugün üzerinde uzlaştıkları mülteci mutabakatının geleceği konusunda yürütülen diplomasi trafiği hız kazandı. 25-26 Mart'ta Brüksel'de AB liderler zirvesi öncesinde yeni bir mutabakata ihtiyaç olup olmadığı, Suriyeli sığınmacılar için yeni dönemde öngörülen mali yardımların miktarı ve bunların kullanılmasının koşulları gibi konularda Ankara ile yoğun temaslar yürütülüyor.

Aynı zamanda Türkiye'ye yapılacak mali yardımların hangi bütçe kaynaklarından sağlanacağı, üye ülkelerin yapacağı katkılar da AB başkentleri arasında istişare ediliyor.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, hafta başında yaptığı açıklamada, AB açısından mülteci mutabakatının geçerliliğini koruduğunu ve göç alanındaki işbirliğinin ana çerçevesini oluşturmaya devam ettiğini söyledi ve Türkiye ile işbirliğinin bu ay yapılacak AB liderler zirvesinde kapsamlı bir şekilde ele alınacağını, daha sonra da Türk tarafı ile "ortak angajmanın güncellenmesini" görüşeceklerini açıkladı.

Türkiye yeni mutabakat istiyor

Türk hükümeti, son beş yılda şartların değiştiğini, 18 Mart 2016 tarihli mutabakatın güncel gelişmeler ışığında yenilenmesi gerektiğini savunuyor.

Mercator Vakfı'nın iltica ve göç araştırmaları programı MEDAM'ın koordinatörlüğünü yürüten Prof. Dr. Matthias Lücke ise DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, hem AB'nin hem de Türkiye'nin çıkarına olduğunu vurguladığı işbirliğinin 2016 yılındaki mutabakat çerçevesinde sürdürülebileceği kanısında.

Dünya Ekonomi Enstitüsü'nün (IfW) kıdemli araştırmacılarından olan Lücke, taraflar mutabakatın öngördüğü yükümlüklere bağlı kaldıkları müddetçe, mutabakatın geçerli olmaya devam ettiğini söyledi. Lücke, yakın dönemde AB'nin bunu destekleyen adımlar da attığını hatırlatarak Türkiye'deki sığınmacılar için 2016 yılında öngörülen mali yardımların ötesine geçen, ek mali kaynakların tahsis edildiğine dikkat çekti.

Matthias Lücke
MEDAM'ın koordinatörlüğünü yürüten Prof. Dr. Matthias Lücke Fotoğraf: IfW

2019'dan bu yana tartışma sürüyor

18 Mart 2016 tarihli mutabakat ile Avrupa Birliği, Türkiye'deki Suriyeli sığınmacılara destek için dört yıllık bir süre için toplam altı milyar euro yardımda bulunmayı taahhüt etmişti. 2019 yılına gelindiğinde, tarafların yeni dönem mali yardımlarını belirleyebilmek için yeniden masaya oturması bekleniyordu.

Ancak AB ile Türkiye arasında demokrasi ve insan hakları konularında yaşanan anlaşmazlıklar, Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya gibi dış politika konularında yoğunluğu giderek artan gerilimler, bu süreci sekteye uğrattı.

Suriyeli sığınmacılara mali yardımların kesintiye uğramaması için AB, 2020 yılının sonunda, 485 milyon euro ek mali kaynak tahsis etti. Türk tarafı ise AB'nin mali yardımlarını yeterli bulmuyor ve eleştirilerini sürdürüyor. Türk hükümeti, AB'nin adil yük paylaşımı sözünü tutmasını, mali desteği ciddi oranda artırmasını istiyor.

Lücke: Türkiye'ye yardım artırılmalı

Matthias Lücke de Türkiye'ye yardımların artırılması gerektiği görüşünde. Suriyeli sığınmacıların güvenli bir şekilde ülkelerine dönmelerinin uzun yıllar boyunca mümkün olmayacağını söyleyen Lücke, AB'nin Türkiye'ye destek konusunda, daha uzun bir zaman dilimini kapsayan taahhütte bulunması gerektiğini kaydetti.

Türkiye'nin dört milyon sığınmacıya ev sahipliği yaptığını, ayrıca Suriye'nin kuzeyinde, kontrolü altındaki bölgelerde de bir o kadar yerinden edilmiş kişiden sorumlu olduğunu ifade eden Lücke, 2016 yılında Türkiye'ye yılda 1 milyar 500 milyon mali yardım yapılmasının öngörüldüğünü, gelinen noktada Türkiye'deki sığınmacı sayısı arttığı için AB'nin de mali desteğini artırmak durumunda olduğunu kaydetti.

Türkiye, AB mali yardımlarını, Suriye'nin kuzeyinde kontrolü altında bulunan bölgelerde de kullanmak istiyor. Ancak Türkiye'nin Suriye'ye tek taraflı askeri operasyonlarını "uluslararası hukukun ihlali" olarak değerlendiren birçok AB ülkesi, böyle bir adıma "işgali meşrulaştırabileceği" gerekçesiyle itiraz ediyor.

Ankara ile Brüksel arasında müzakere konusu olan bir diğer başlık da AB'nin Türkiye'den kaç sığınmacıyı kabul edeceği oluşturuyor. 2016 yılındaki AB-Türkiye mutabakatı, yasadışı yollardan Yunanistan'a geçenlerin Türkiye'ye geri gönderilmesini, Türkiye'nin geri aldığı her bir sığınmacı karşılığında, AB'nin de Türkiye'den bir sığınmacıyı Avrupa'ya kabul etmesini öngörüyordu.

Ankara'ya verilen taahhütler ne olacak?

AB-Türkiye mutabakatı, yalnızca yasadışı göçün önlenmesiyle sınırlı değil. Mutabakatta, Türkiye'nin AB ile müzakere sürecinin canlandırılması, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve Türk vatandaşlarına vize serbestisi getirilmesi gibi başka başlıklar da bulunuyor. Ankara, AB'nin bu başlıklarda da adımlar atmasını istiyor.

Prof. Dr. Matthias Lücke, geçen dört yıl boyunca bu konularda ilerleme sağlanamamasının asıl nedeninin AB değil, Türkiye olduğunu belirterek "Artan oranda AB ilkelerine ters düşen politikalar izleyen Türkiye, daha yakın bir işbirliğini imkansız hale getirdi" görüşünü dile getirdi.

AB, ancak tüm üyelerin yeşil ışık yakması, yani oybirliğinin sağlanması halinde, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi gibi konularda adım atabiliyor. AB bürokratları bu nedenle, Türkiye ile işbirliğini canlandırmak için öncelikle Erdoğan'ın demokrasi ve insan hakları alanlarında somut adımlar atması gerektiğini, AB üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs'ı ikna etmek için de Doğu Akdeniz'de gerilimin düşürülmesi gerektiğini vurguluyorlar.

Mülteci mutabakatına eleştiriler

AB-Türkiye ilişkileri ve göç konularında uzman isimlerden olan Prof. Dr. Murat Erdoğan, AB ile Türkiye arasında, sığınmacılara mali yardım düzeyine indirgenecek bir işbirliğinin sürdürülemez olacağını vurguladı.

AB-Türkiye ilişkileri ve göç konularında uzman isimlerden olan Prof. Dr. Murat Erdoğan
AB-Türkiye ilişkileri ve göç konularında uzman isimlerden olan Prof. Dr. Murat ErdoğanFotoğraf: DW

Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Erdoğan, DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, birçok Avrupalı politikacının mutabakatta dar bir çerçeveden bakmasını eleştirerek "Onlar için başarı demek mülteci gelmemesi demek. Bu nedenle mutabakatın başarılı sonuç verdiğini söylüyorlar. Ama yere göğe sığdıramadıkları bu mutabakat tipik bir dışsallama politikasıdır. Ayrıca dört milyon Suriyeli'nin yaşadığı Türkiye'de bugün Suriyeli olmayan mülteci, düzensiz göçmen sayısı da 2 milyona ulaştı. Verilecek yardımların onları da kapsaması gerekiyor" dedi.

AB'nin mutabakat ile Avrupa'ya kontrolsüz insani hareketliliği engellediğine, Türkiye'nin ise siyasi, sosyal ve güvenlik yükü çok ağır olan, en zengin ülkelerin bile kabul etmeyeceği riskleri üstlenmek durumunda bırakıldığına işaret eden göç uzmanı, "eğer konu mali destekle çözülüyorsa o zaman Türkiye AB'ye para versin, AB mültecilerin bir kısmını alsın" dedi.

Ankara'nın bu mutabakatla AB ile ilişkilerde aynı zamanda ilerleme sağlamayı hedeflediğini hatırlatan Prof. Dr. Erdoğan, "Ama işleyen tek bir şey oldu o da mültecilere mali destek programı. Ama gelinen noktada bu sistem 'ben para vereyim mülteciler sende kalsın' mantığına dayanıyor ve bu sürdürülebilir bir sistem değil" görüşünü dile getirdi.

"Batı ve AB karşıtı söylemleri güçlendiriyor"

AB'nin sergilediği tutumun aynı zamanda Türkiye'de demokrasi ve hukuk devletinden yana olan kesimlerde hayal kırıklığına yol açtığına dikkat çeken Murat Erdoğan, "AB'nin bu tutumu, ne yazık ki Türkiye'deki Batı ve AB karşıtı söylemleri güçlendiriyor" tespitini aktardı. Avrupalı siyasetçilerin daha akılcı ve uzun vadeli politikalar üretmesi gerektiğine vurgu yapan Murat Erdoğan, şu değerlendirmeyi yaptı:

"Biz bu ülkede yaşayan insanlar olarak hukuk, insan hakları, demokrasi ihlallerinin çok farkındayız, bunları bizler yaşıyoruz. Ama biz de tam da bu nedenle Türkiye'nin bir hükümetten daha büyük, bir kişiden daha büyük bir ülke olduğunu söylüyoruz. Yaptırım diye düşünerek attıkları adımlar, bir kişiyi değil bizi, tüm ülkeyi etkiliyor. Toplumu mağdur eden izolasyon politikası, Avrupalı politikacıların beklediği gibi Erdoğan'ı zayıflatmıyor, tersine Türk toplumunun Avrupa'ya olan öfkesini artırıyor."

Covid-19 salgını nedeniyle Türkiye'de işsizliğin ve iktisadi güçlüklerin arttığına işaret eden Erdoğan, ekonomi için AB ile iyi ilişkilere ihtiyaç duyan hükümetin, bu çerçevede hukuk ve ekonomi alanında reformlar için somut adımlar atmasının muhtemel olduğunu da sözlerine ekledi.

AB'de Türkiye konusunda korkulan senaryo

Son dönemde AB-Türkiye hattında gözlemlenen yumuşamaya rağmen Batılı uzmanlar, gelecek aylarda yeni krizlerin çıkması ihtimalini dışlamıyor.

AB başkentlerinde en çok korkulan senaryo ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir kez daha sığınmacıları koz olarak kullanması, "kapıları açtık" açıklamasıyla yeniden Avrupa sınırlarına bir göçmen akınını tetiklemesi.

Suriye'nin kuzeyinde Covid-19 nedeniyle durumun kötüleşmesi, Rusya'nın hava operasyonları, bu bölgeden Avrupa'ya yönelik yeni bir sığınmacı akını endişesini gündemde tutmaya devam ediyor.

 Uluslararası Göç Araştırmaları Direktörü Prof. Dr. Panu Poutvaara,
Uluslararası Göç Araştırmaları Direktörü Prof. Dr. Panu Poutvaara,Fotoğraf: privat

Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü'nün (ifo) Uluslararası Göç Araştırmaları Direktörü Prof. Dr. Panu Poutvaara, DW Türkçe'nin sorularını yanıtlarken, AB-Türkiye ilişkilerinde pek çok farklı nedenden ötürü yeniden gerilimin tırmanma riskinin bulunduğuna dikkat çekti. Poutvaara, "Bir yıl önce olduğu gibi Türkiye, mülteciler konusunda işbirliğine son verme tehdidinde bulunabilir. Ama Erdoğan işbirliğine son verirse, AB de Türkiye'nin çok ihtiyaç duyduğu mali kaynağı keser. Dolaysıyla mülteciler konusunda işbirliği her iki tarafın da çıkarına" şeklinde konuştu.

"Suistimale izin verilmemeli"

Avrupalı siyasetçiler, Türkiye'ye verilen fonların doğru şekilde kullanıldığından, sıkı bir şekilde denetlendiğinden emin olmak istiyor.

Ankara ise AB'deki bürokratik süreçlerin yardımların ulaşmasını, projelerin hayata geçirilmesini geciktirdiğini öne sürerek mali kaynakların doğrudan Türk hükümetine, Türk kuruluşlarına aktarılmasını talep ediyor.

Panu Poutvaara ise mali kaynakların sıkı denetiminin en önemli konuların başında yer aldığına dikkat çekerek sözlerini şöyle tamamladı:

"Daha fazla para tahsis edip, bu paranın gerçekten hedeflendiği yere harcandığından emin olabilmek, daha az para tahsis edip bir kısmının yolsuzluğa gitmesi tehlikesini kabul etmekten daha iyidir. Türkiye'deki sivil toplumun gereksinimlerini göz önünde bulundurduğunuzda, AB fonlarının, Brüksel'in hiç istemeyeceği bir şekilde, yolsuzluklar ve siyasi amaçlar için harcanması, suistimal edilmesi, çok büyük talihsizlik olur."

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe