1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

24.11.2005 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Tuba Tuncak24 Kasım 2005
https://p.dw.com/p/AboO

Alman ve Avrupa basınında bugün Almanya’nın çiçeği burnunda Başbakanı Angela Merkel’ın Paris ziyareti, İsrail iç politik gelişmeler, Irak ve Bosna konulu değerlendirmeler ön plana çıkıyor.

Almanya’da yayınlanan Die Zeit gazetesinde Jan Ross imzalı makale, yeni hükümetinin dış politikasını irdeliyor. Yazı özetle şöyle:

“Gerhard Schröder’den halefi Merkel’a miras kalan, iyiden ziyade popüler bir dış politika... Normalde dış politikanın sürekliliğinden bahsederek güven ortamı yaratmak istenir. Ama istikrarlı olmayan bu dış politikanın sürekliliği mantıksız olur… Alman dış politikasının şimdiki haline bakıldığında, insan, yöneticilerden biraz daha merak ve kişisel dsiplin bekliyor. İdeolojik olarak fazlaca yüklenmiş Türkiye meselesi buna bir örnek. Ucu açık müzakere kavramını kabullenerek hem Türkiye’nin hem de AB’nin birlikte ne kadar ilerleme kaydedeceklerini beklemekte ne zarar var?”

Neue Osnabrücker Zeitung’da yorumunda “süreklilik” kavramı üzerinde duruyor:

“Schröder iktidarı döneminde dış politikada, Almanya’nın hareket alanının daraldığı gayet açık. Bu nedenle Merkel, rengini belli etmek zorunda. Başbakan ‘süreklilikten’ ne anlıyor? Bu kavram, Merkel’ın Paris ve NATO’da yaptığı konuşmalara damgasını vurdu. Aynı kavram, Frank - Walter Steinmeier’in Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesinde rol oynadı. Aynı zamanda, koalisyon anlaşmasının dış politika, Avrupa ve güvenlik politikası bölümlerini biçimlendirdi. Süreklilik derken önceki hükümetin politikalarının olduğu gibi sürdürülmesi doğru olmaz. “

Die Welt’e göre, Merkel'in Chirac’ın aksine, Fransız - Alman ekseni yerine “dostluk” kavramını kullanması Alman dış politikasındaki olası bir tavır değişikliğinin işareti. Yorumun devamında şu satırları okuyoruz:

“Merkel, Gerhard Schröder dışındaki tüm Alman başbakanlarının izlediği klasik dış politikaya geri dönmeyi hedefliyor. Bu politika, ‘hem hem de’ şeklinde tanımlanabilir. Yani hem Paris ile var olan dostane ilişkilerin korunması hem de diğer Avrupa ülkelerinin ihmal edilmemesi. Başka bir açıdan bakılırsa Paris-Berlin lokomotifinin Washington’u kızdırmadan ilerlemesi.”

Muhafazakar Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine’nin yorumuna göz atıyoruz:

“Almanya’nın eski Başbakanı Gerhard Schröder ile Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın savunduğu Paris - Berlin - Moskova ekseni bir hataydı. Washington bu girişimi, bir karşı güç oluşturma çabası olarak yorumladı ve Almanya’nın BM Güvenlik Konseyi üyeliğini desteklemeyerek hesaplaştı. Bunun yanı sıra AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’daki yeni üyeleri büyük ülkelerin kendilerini es geçerek güce dayalı bir politika izlediği şüphesine kapıldı.”

Berliner Zeitung, Schröder dönemindeki dış politikanın iç politika motifli olduğu tespitinde bulunuyor. Fransız basınındaki yorumlarda ise Fransa’nın iç karışıklıklar nedeniyle 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar iç siyasete yoğunlaşacağı, bu nedenle Avrupa'nın itici gücü olma rolünü Almanya’nın üstlenmesi gerektiği belirtiliyor.

İngiliz gazetesi Times ise Merkel’ın bir Başbakan olarak ileri görüşlülük, otorite ve kararlılık ortaya koyması gerektiğini yazıyor. Gazeteye göre, Merkel, iktidara gelmesinin ardından ilk birkaç haftayı gerek ülke içinde gerekse dışında, politik değişim getirdiğinin altını çizmek için iyi değerlendirmeli.

Avrupa gazetelerinde Irak’la ilgili gelişmeler de göze çarpıyor. Die Zeit’ın Irak konulu yorumu:

“ABD, bir savaşı kaybetmek üzere. Bush yönetimi, Irak’ı, İslamcı teröre karşı açtığı büyük savaşın en önemli cephesi ilan etmişti. Kaderin cilvesine bakın ki, Irak, terör eylemcilerinin yandaş toplama alanı haline geldi. Washington, hemen olmasa da yakında, gerçekten terörle mücadeleye yoğunlaşmalı. Çünkü Irak’ta hem bu mücadele hem de bu savaşta en yüce değer ilan edilen ‘insan onurunun korunması’, ayaklar altına alınma tehlikesi ile karşı karşıya.”

ABD Başkanı George Bush’un geçmişte Arap El Cezire televizyonunu bombalamayı düşündüğü iddiası da gazetelere yansımış. İngiliz The Guardian, televizyon kanalının, bölgeye demokrasi getirme iddiasındaki ülkeler tarafından hedef olarak görülmesinin şaşırtıcı olmadığını yazıyor. Avusturya gazetesi Kurier de Bush’un vaatlerini masaya yatırıyor:

„Bir yıl önce halk desteği ile iktidarda kalan, bugün ise kamuoyu yoklamalarında kötü sonuçlar kaydeden Bush, ne ülkesini ne de dünyayı daha yaşanır hale getirdi. Aksine dünya, ABD’deki araştırmaların da gösterdiği üzere, Bush’un ’terörle savaş’ adını verdiği çelişkili savaş taktiği yüzünden daha tehlikeli hale geldi. Bush’un, dünyaya yaymayı vadettiği batılı değerler de art arda patlak veren skandallar yüzünden çamura bulandı.“

Stuttgarter Zeitung ise İsrail iç politikasındaki hareketliliği konu ediyor:

“Taze kan Amir Peretz, eski kabadayı Ariel Şaron’a ciddi bir alternatif oluşturuyor. Peretz, İsrail’deki toplumsal dönüşümün bir ürünü. İşçi Partisi lideri Peretz, Şaron’un aksine güvenliği, askeri güç ile sağlama doktirinine katılmıyor. Peretz ile yandaşları, Filistinliler ile adil ve eşit koşullarda barış sağlanması için uğraşıyor.”

Bugünkü Alman gazetelerinde gecikmeli olarak Dayton Antlaşması’nın 10. yıldönümü de konu ediliyor. Süddeutsche Zeitung’daki yorumda, AB üyeliğinin Bosna’ya gelecek için bir perspektif sunduğu ve motivasyona bağlı olarak ülkede dinamizmi arttırdığı belirtiliyor.

Avusturya gazetesi Der Standart ise Bosna Hersek Federasyonu’nu “ölü doğum” olarak niteliyor. Gazete, devlet yönetiminin üç ayrı etnik grup tarafından paylaşıldığı, iki kısmi cumhuriyetten ve 10 kantondan oluşan ülkenin, bürokrasi nedeniyle yönetilemez olduğunu öne sürüyor.