1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

15.02.2005 - Avrupa basınından özetler...

Cem Sey15 Şubat 2005
https://p.dw.com/p/Abrb

Bugünkü basın turumuza Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesi, bu olayın perde arkasında nelerin yattığı hakkındaki spekülasyonlar ve Suriye’nin içinde bulunduğu güç durumu konu alan yorumlarla başlıyoruz. Daha sonraki konular, Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’i sıkıştıran vize skandalı, Irak seçimleri ve Alman Başbakanı Gerhard Schröder'’n NATO'’a reform talebinin açtığı tartışmalar.

Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin dün Beyrut’ta bombalı bir saldırıda öldürülmesi bugün Avrupa basınını meşgul eden olayların başında geliyor. Fransız Liberation, bu olayın en çok Suriye’nin işine yaradığını yazıyor:

“Tabii bunun bir kanıtı yok ve başka suçlular da olabilir. George Bush’un Orta Doğu’da terörün dostları kulübünde bir unsur ilan ettiği Suriye’nin Devlet Başkanı Beşir el Esad’ın, Fransa’nın talep ettiği şekilde bu olayın uluslararası bir soruşturmaya tabi tutulmasında büyük çıkarı var.”

İtalya’nın başkenti Roma’da yayınlanan Il Messaggero gazetesi de, Lübnan’ın yine kargaşaya düşmesinde çıkarı olacak birçok güç olduğunu vurguluyor:

“Bunların başında da, Filistin Özerk Bölgesi’nde Hamas ve Mahmud Abbas gerçekten ateşkeste anlaşırsa, İsrail’e karşı silahlı terörist savaşta tek başına kalacak olan Şii Hizbullah geliyor. Ülke belki yeni bir iç savaşın eşiğinde değil. Ama eski hükümet başkanının öldürülmesinin, İsrail’de olsun, Irak’ta olsun, ancak yeni yeni barışa inanmaya başlayan bölgeyi istikrarsızlığa götürdüğünde kuşku yok.”

İngiliz gazetesi The Guardian ise, Lübnan’da durumun hiç de istikrarlı olmadığını belirtiyor ve bu saldırıyla Suriye’nin güç duruma düştüğünü yazıyor:

“Başkan Beşir el Esad’ın ya da ona sadık Lübnanlı dostlarının olayı mahkum etmesi, onu kendiliğinden kuçkulardan kurtarmıyor. Suriye zaten, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in ‘terörizm’ olarak adlandırdığı şeye verdiği destek dolayısıyla savunmada ve Washington da olduğu gibi belki Avrupa’da da, George Bush’un bir rejim değişikliğini memnuniyetle karşılayacağı, bir ‘zorbalık kalesi’ olarak görülüyor.

Alman basınıysa bu sabah daha çok, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın 2000 yılında vize işlemlerinde sağladığı kolaylıktan yararlanan insan kaçakçılarının binlerce Ukraynalıyı Almanya’ya soktuğunun ortaya çıkmasıyla başlayan vize skandalıyla uğraşıyor. Dün Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in olayın siyasi sorumluluğunu üstlendiğini açıklamasıyla skandal bambaşka bir aşamaya ulaştı. Berlin’de yayınlanan Tagesspiegel gazetesi, “Nasıl? Fischer siyasi sorumluluğu mu üstleniyor?” diye soruyor ve şöyle devam ediyor:

“Birincisi bize, herhangi birinin herhangi bir hata yapıp yapmadığının kanıtlanmamış olduğunu anlatmaya kalkıyor. İkincisi, buna karar verecek olan o değil. Bu pişkinliktir. Bu kendi emrinde çalışanlar karşısında da pişkinliktir. Çünkü, birşeyden haberi olmadığını söylediği anda Fischer, kendi daire başkanlarının gerçeği kendisine anlatamayacak kadar korkak olduklarını öne sürüyor demektir. Fischer’in kabinedeki siyasi karşı kutbu İçişleri Bakanı Otto Schily, üstünkörü vize verilmesinin yolaçacağı sonuçlar karşısında devamlı uyardı. Fischer bunu duymamış, görmemiş, hissetmemiş olduğunu mu iddia etmek istiyor?”

Yine başkent gazetelerinden Berliner Zeitung, muhalefetin yerel seçimler öncesi skandalı kullanmaya çalışacağını, iktidarın zararı sınırlı tutmayı deneyeceğini anlattıktan sonra, gerçeğinse kimseyi ilgilendirmediğini öne sürüyor. Berliner Zeitung’un yorumu şöyle:

“Oysa uzun zamandan beri Yeşillerin kendi yabancılar ve göç politikalarını eleştirel şekilde gözden geçirmeleri gerekli. Yeşiller hala yabancıları, kuşkucu Almanlardan daha fazla seviyor. Her türlü yabancıya karşı koruyucu bir tavırları var. Birinin herhangi bir kötülük yapmak isteyebileceği, hiçbir zaman onların politikalarının temeli olmuyor. Vize hakkının kötüye kullanılmasının ve suç işlenmesinin hiç bir yerde tam olarak önüne geçilemeyeceği şeklindeki özürleri, gerçekler karşısında iflas etmek anlamına geliyor. Bu da bir partinin kendi kendini gereksiz hale getirmesinin bir yolu.”

Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in içinde bulunduğu sıkıntılı durum, yabancı basının da ilgi alanında. Avusturya’da yayınlanan Der Standart, şimdi Fischer’in sorumluluğu üstlenmesinin olayı ortadan kaldırmadığını yazıyor:

“Tam tersine. Komisyonun çalışması daha yeni başlıyor. Tabii her meclis komisyonu biraz da tiyatro içerir, çünkü karşı tarafın da kendini gösterme fırsatını kullanması gerekir. Fischer vakasında muhalefet bunu sonuna kadar kullanacak ve Dışişleri Bakanı’nı daha fazla baskı altına almak için elinden geleni yapacak. Ama inatla susarak ve skandalı görmezden gelerek Fischer kendine ilk çiziği yine kendi attı.”

Hollanda’da yayınlanan De Volkskrant gazetesi, Irak seçim sonuçlarını yorumluyor bugün. Gazete, seçimlerin Irak’taki güçler dengesinin durumunu beklendiğinden daha da az ortaya koyduğunu belirtiyor:

“Bunun sonucu olarak da ülke, gerek duyduğu güçlü hükümete kavuşursa ancak şanstan söz edilebilir. Özellikle de güvenlik durumu, doğru kararlar almayı bilen bir idare gerektiriyor. Fakat bu karmaşık güç dengeleri bir de avantaj içeriyor: Bölünmüş bir ulusu uzlaşmalara ve işbirliğine zorluyor. Tarafların hiçbiri kendi istadiğini kabul ettirebilecek durumda değil. Mutaassıp Şiiler, laik Kürtlerle anlaşmak zorunda, Kürtler de onlarla. Umulur ki, bir koalisyon kurulmasının zorunlu olması, yeni siyasi düzenin Sünnilerin önemli katkıları olmadan yaşayamayacağının da anlaşılmasını sağlar.”

Alman Başbakanı Gerhard Schröder’in geçtiğimiz hafta sonu yaptığı NATO’da reform önerileri de hala Avrupa basınında çalkalanıyor. Belçika’da Flemenkçe yayınlanan De Morgen gazetesi, ilk defa Batılı bir liderin ittifakı bu denli sert eleştirdiğini vurguluyor ve şunları yazıyor:

“Özellikle askeri maceralardan beri Avrupa’yla Amerika Birleşik Devletleri arasında bir diyalog eksikliği var. Schröder, bu durumun, Avrupa Birliği’nin ağırlığının arttığı gerçeğini gözardı ettiğini söylüyor. Orada olmadığı için Schröder’le doğrudan bir çaıtışma söz konusu olmadı, ama konuşmanın belli bölümleri Amerika Birleşik Devletleri için yeterli derecede açıktı ve Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından da öyle anlaşıldı.”

Sol eğilimli Alman gazetesi tageszeitung ise şu görüşü savunuyor:

“NATO askeri bir ittifaktan başka birşey değil. Hatta belki artık o bile değil. Kalan son süper devlet, ittifak yapacağı ülkeleri, NATO’ya rağmen, her olayda kendi belirlemek istediği konusunda herhangi bir kuşkuya yer bırakmıyor. Buna rağmen Batı’nın ortak bir tavır oluşturmasının arzu edilir olduğunu savunanların, Schröder’in çıkışını aslında selamlaması gerekirdi.”