1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"15 Temmuz'u 31 Mart Olayı'na benzetiyorum"

15 Temmuz 2017

Tarih Vakfı Başkanı Mehmet Ö. Alkan, 15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye tarihindeki yerine dair DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı. Doç. Dr. Alkan, 15 Temmuz'u, 1909 yılındaki 31 Mart Olayı'na benzettiğini söyledi.

https://p.dw.com/p/2gaPL
Türkei Nach dem Militärcoup Soldaten stürmen Panzer
Fotoğraf: Reuters/Y. Karahan

DW Türkçe: 15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye'nin darbeler tarihindeki yerini nasıl tanımlarsınız?

Mehmet Ö. Alkan: 15 Temmuz, Türkiye'deki darbeler tarihinde özel bir yere sahip. Çünkü bu benim Türkiye tarihinde saydığım 13'üncü darbe veya darbe girişimi. Ve ilk defa bir darbe halk tarafından, sokağa çıkan insanlarca durduruldu. Bu açıdan öncekilerle karşılaştırdığımızda beni de şaşırtan, çok özel bir yere sahip.

Peki diğer askeri müdahalelerle benzeşen özellikleri nelerdi?

Alkan: Türkiye'de ilk modern darbe 1876 yılında gerçekleşti. Sonra 1909'daki meşhur 31 Mart Olayı, ardından 1913'te İttihatçıların meşhur Bâb-ı Âli Baskını. Sonra 1958'de örtbas edilen, meşhur 9 Subay Olayı. Üzerine gidilemedi korkudan. Onun üzerine gidilemediği için de 1960'da 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Sonra iki darbe girişimi oldu. Özellikle Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın öncülüğünde. Biri 1962'de, diğeri 1963'te. 12 Mart'tan önce de 9 Mart darbe girişimi engellenmişti. Bunları, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan e-muhtırası izledi. Sonrasında da 15 Temmuz'daki darbe girişimi geldi. 1960'dan itibaren darbelerin hepsi cuma günü yapıldı. Cuma, hafta sonu tatilini de başlattığı için darbecilerin işini kolaylaştıran bir unsurdu.

Mehmet Ö. Alkan
Tarih Vakfı Başkanı Doç. Dr. Mehmet Ö. AlkanFotoğraf: Privat

Ayrıca şöyle bir ilginç benzerlik göze çarpıyor. 1876'daki ilk darbeden itibaren Türkiye'nin tırnak içinde bir bölünme eşiğinde olduğu zamanlarda darbenin gerçekleştiğini görüyoruz. Bu bölünmeyi resmi olarak iki türlü tanımlıyor devlet. Bir tanesi bölücülük, ki bunu Kürt hareketi olarak tanımlıyoruz. İkincisi siyasi İslam. 15 Temmuz dahil, bütün darbe girişimlerinde veya darbelerde her iki meselenin de aynı anda ortada olduğunu görüyoruz. Özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra yükselen bir Kürt hareketi ve aslında bir siyasi İslam projesi olan FETÖ. Dolayısıyla bu iki meselenin demokratik sistem içinde çözülemediği durumlarda, aynı anda bir kriz olarak ortaya çıktığını, bunun da bir otoriterleşmeye sebep olarak darbeyle içiçe geçtiğini görüyoruz. Bu bir tesadüf değil.

Hükümet, darbe girişiminin ardında Gülen yapılanmasının olduğunu belirtiyor. Bu yapılanmanın ordu içindeki etkisi hangi dönemde başladı ve 15 Temmuz'a nasıl gelindi?

Alkan: Türkiye'de 1980 darbesinden sonra adeta bir evcil ya da zararsız İslam fikri ortaya çıktı. Bu kapsamda da Gülen cemaatine göz yumuldu gibi duruyor. Ordu içinde de devlet içinde de bu harekete iki bakışın olduğunu gözlemliyorum. Bir tanesi, milli güvenlik belgelerine kadar yansıyan, Gülen cemaatinin devlet için bir tehlike olduğu. İkincisi gayriresmi olarak, biz bunları denetleyebiliriz düşüncesi. Yani Türkiye’de radikal İslam'ı denetlemek için ılımlı İslam'a bunlar üzerinden göz yumulabilir gibi bir yaklaşım sezinliyorum. Anlaşılan o ki, 1980 darbesinden sonra bu cemaat biraz daha devletin içinde kendine alan bulmaya başlıyor. Biraz alan bulmaya başladıktan sonra da gayriresmi veya illegal olarak da yavaş yavaş yerleşmeye başlıyor. Tabii şunu da unutmamak lazım, 1980 sonrasında Kürt sorunu tırnak içinde bir terör sorununa da dönüşünce, Kürt meselesini de devlet kontrolündeki ılımlı İslam'la denetleme ya da göz yumma teşebbüsü de hissediliyor.

Cemaatlerin ordu içindeki hiyerarşiye etkisi nedir?

Türkei Militärputsch 1960 Zeitungen
28 Mayıs 1960 sabahı, dönemin başbakanı Adnan Menderes'in tutuklandığı haberini okuyan İstanbullularFotoğraf: picture-alliance/AP Photo

Bu darbe girişimiyle, Türkiye'de ordu içerisinde tek bir hiyerarşi olmasının önemi de bir kez daha kanıtlandı. Çünkü hiyerarşiye farklı bir hiyerarşi, örneğin bir cemaat ya da tarikat hiyerarşisi girerse, ordu hiyerarşisi altüst olduğundan, onu toparlamak da mümkün olmuyor. Mesela bunu ilk defa Türkiye 1960 darbesiyle tanıdı. Türkiye'yi yönetmesi için oluşturulan Milli Birlik Komitesi'nde yüzbaşılar vardı. Orgeneraller, yüzbaşıların önünde selam duruyorlardı. Bu nasıl tuhaf bir durumsa, ordu içine giren cemaat ve tarikatların da ordu içi hiyerarşiyi altüst ettiği çok açık.

Türkiye, tarihindeki bu darbe girişimlerinden neden kurtulamadı?

Öğrencilerim bana derslerde "Türkiye'de bir daha darbe olur mu?" diye sorduklarında, "Türkiye özellikle Avrupa Birliği istikametinde yol alırken, demokratikleşirken, yapılacak hiçbir darbe kendisini meşru olarak ortaya çıkaramaz" yanıtını veriyordum... Ancak hayata ve tarihe her şey dahil. Türkiye'de de darbe ihtimali olabilir. Ama darbe olacağına ben hiç pay vermiyordum, aklımdan bile geçmiyordu. Çünkü meşruiyet sağlayamazdı. Ama Türkiye'deki demokratik kural ve kurumlar hâlâ tam olarak kökleşmemiş durumda. Bunu fırsat bilenler, darbe yapma casaretini bulabiliyorlar. Olması gereken, demokrasimizi bir an önce, olabildiğince güçlendirmek. Bu sayede, o oranda darbelerden uzak bir ülke olabiliriz.

Türkiye'de darbe girişimlerine ABD desteği olmadan yeltenilemeyeceği savunulur. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Ben bir bilim insanıyım. İleri sürebileceğim bir fikirde muhakkak bir kaynak ya da belge ararım. ABD desteği var mı, yok mu? Bu kanıtlayabileceğim bir şey değil elbet. Ama özellikle 1990 sonrasında dünyada, bilhassa İtalya'da ortaya çıkan gladyo türü örgütlenmelerden esinlenerek, şunu söyleyebilirim. Anlaşılan o ki, Türkiye'nin 1952'de NATO'ya girmesinden itibaren, başta Sovyet tehdidine yönelik olarak, bir işgal olasılığına karşı bir direniş geliştirmek için gayriresmi birtakım kurumlar oluşturulduğu tahmin edilebilir. Tıpkı İtalya'daki gladyo gibi. Ve bunlar kuruluş amaçlarını, yani bir işgal karşısında sivil direnişi örgütlemek veya askeriyeye yardım etmek gibi bir amacı çok kısa sürede aşarak, adeta bir derin devlete dönüşüyorlar. İtalya böyle bir oluşumu kanıtladı. Türkiye ise derin devlet olma ihtimalini 3 Kasım 1996'daki meşhur Susurluk Olayı ile fark etti.

NATO'ya bağlı Türk ordusunun, üst düzey subaylarının çoğunun NATO eğitiminden geçtiği bir ülkede herhalde NATO'nun en güçlü ülkesi ABD'den habersiz böyle bir girişimin yapılması… Bunu mantıki bir çıkarım olarak söylüyorum, bunda bir kanıt söyleyemem ama 1960 darbesinden itibaren ABD'den tamamen habersiz bir organizasyon ya da darbe girişiminin gelişebileceğini ben de tahmin etmiyorum.

Peki Avrupa'nın Türkiye'deki darbe girişimine verdiği tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

AB'nin ya da demokratik ülkelerin, bu darbe girişimine yeterli sert tepkiyi vermediklerini düşünüyorum. Bu yeterli sert tepkiyi vermemelerinin nedeni de sanırım Erdoğan'a olan mesafeleri. Başta Almanya olmak üzere diğer AB ülkeleri bu yüzden darbe girişimine sert tepki göstermediler. Bu çok manidar geliyor bana. Ben bir süredir -2008'den beri- AB'nin Türkiye'nin demokratikleşmesi ve AB üyeliği yolundaki istikameti desteklemediğini gözlemledim. Halbuki AB ülkelerine düşen, Türkiye'yi AB adayı ülke olarak mümkün olduğu kadar demokratikleşme konusunda teşvik etmektir.

Türkei Bosphorus Brücke Menschen machen Selfies
Fotoğraf: Reuters/Y.Karahan

Dolayısıyla bu darbe girişimiyle ortaya çıkan ilginç özelliklerden biri de şu: Zaten bir süredir Türkiye'nin demokrasisini desteklemekten kendini geri çekmiş olan AB ülkelerinin bu darbe girişimine de yeterince sert tepki vermediğini düşünüyorum. Bu da çok yanlış bir tutum. Çünkü bu en başta Türkiye'nin demokratlarına büyük bir haksızlık. Demokrasi içinde yaşamak isteyen insanlarına büyük bir haksızlık. Erdoğan'dan ya da AKP'den hoşlanmayabilirsin. Ama Türkiye, Erdoğan ve AKP demek değil. Türkiye'nin büyük bir demokrat kesimi var. Bunların desteklenmesi gerekirdi. Ama bu konuda iyi bir sınav vermediler. Unutmamak gerekir ki AB'nin demokratik bir ülke olarak Türkiye'ye ihtiyacı var.

15 Temmuz gecesine dair halen daha aydınlanmamış birçok nokta var. Bunların ilerleyen tarihlerde gün yüzüne çıkacağını düşüyor musunuz?

Bazen büyük laflar edilir. "Tarih büyük bir yargıçtır." "Tarihe havale ediyorum." Ya da "Tarih ortaya çıkaracaktır" gibi. Ama bazen böyle olmayabiliyor. Yani zamanla biz gerçekleri öğrenemeyebiliyoruz. Tam tersine zaman gerçekleri daha fazla örtbas edebiliyor. Örnek vermek gerekirse, ben bu darbe girişiminin görünümünü, 1909'daki 31 Mart Olayı'na benzetiyorum. 31 Mart Olayı'nı aradan 100 seneden fazla zaman geçmesine rağmen, kimin düzenlediğini halen bilmiyoruz. Birçok çalışma da yapıldı bu konuda. Acaba Abdülhamit'in kendisi mi düzenledi? Yani bir kontrollü darbe ve ayaklanma mıydı? İttihatçılar mı düzenledi? Yoksa İngiliz desteğiyle yapılan bir ayaklanma mıydı? Gericiler mi, yani siyasi İslamcılar mı düzenledi? Ya da Prens Sabahaddin'ciler mi düzenledi? Bu konuda 4-5 tane görüş var. Ama aradan 100 yıl geçti, 31 Mart'ı kimin düzenlediğini bilmiyoruz. Dolayısıyla tarih bunu ortaya çıkaramadı. Bilgiler, belgeler ortaya çıkmadı. Ama bir tarihçi olarak şunu söyleyebilirim. 31 Mart, İttihat Terakki'nin işine yaradı. Yani İttihat Terakki mi düzenledi, Abdülhamit mi düzenledi, onu bilemem. Ama şunu bilebiliyorum: 31 Mart sonrası döneme baktığımda, İttihat Terakki yaşanan olayları kendi çıkarına çok iyi kullandı. FETÖ'nün yaptığı belli olan 15 Temmuz darbe girişiminin tam olarak aydınlanması için iktidarıyla muhalefetiyle bütün demokratik kesimlerin gayret sarfetmesi çok çok önemli. Ancak Bu darbe girişiminden sonra da iktidar partisinin olağanüstü hâli kullanarak, kendi iktidarını pekiştirdiğini ve otoriterleşme eğilimi içinde olduğunu görüyorum. Bunu hepimiz gözlemliyoruz.

© Deutsche Welle Türkçe

Cengiz Özbek