1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Çaresizliği yenebilir miyiz? - Leyla Güven’i görmek

19 Ocak 2019

HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven cezaevinde açlık grevinin 10'uncu haftasını geride bıraktı. Sağlık durumu her geçen gün ciddileşen Leyla Güven’in durumunu Banu Güven DW Türkçe’de yazdı.

https://p.dw.com/p/3Boke
Leyla Güven'in posterini taşıyan bir grup HDP'li (12 Ocak 2019)
Leyla Güven'in posterini taşıyan bir grup HDP'li (12 Ocak 2019)Fotoğraf: Reuters/S. Kayar

Leyla Güven 55 yaşında, Kürt siyasi hareketinde aktif rol oynamış, hayatının büyük bölümünü hak ve kadın mücadelesine ayırmış bir politikacı. 22 Ocak 2018’de gözaltına alındığında Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı’ydı. Hükümetin Afrin operasyonuna karşı açıklamaları üzerine, “Örgüt kurduğu ve yönettiği” iddiasıyla 31 Ocak 2018’de tutuklandı.

Leyla Güven, 24 Haziran seçimlerinde HDP'den Hakkâri milletvekili seçildi. Mazbatasını aldı, ama meclisteki yerini bir türlü alamadı. Onun gibi cezaevindeyken CHP’den İstanbul milletvekili seçilen Enis Berberoğlu da mazbatasına hemen ulaşamadı. Ancak 21 Eylül’de Yargıtay kararıyla tahliye edildi. MİT tırları davasında önce 25 yıla mahkûm olan, cezası daha sonra 5 yıl 10 aya inen Berberoğlu, cezaevine 14 Haziran 2017’de girmişti. Cezaevine girerken de milletvekiliydi.

Berberoğlu seçimden hemen sonra yasama dokunulmazlığını tekrar kazandığı gerekçesiyle Yargıtay’daki yargılamanın durdurulmasını ve tahliyesini talep etmiş, ama bu talebi reddedilmişti. Bu duruma “Anayasası çalınmış bir milletvekiliyim” diyerek isyan etmişti. Hukuksuzluğu protesto etmek için açlık grevine başlayacağı haberi yayıldı. Berberoğlu sonra kararını görüşlere çıkmamaktan yana verdi. O açıklamasını “Tabii ki görüşemediklerimi çok özleyeceğim ve fakat biliyorum ki, her ne kadar ormanda yaşasa da, her ağaç tek başına ve ayakta ölür” diyerek bitiriyordu. Sonra durum yine değişti.

Yargıtay, Berberoğlu’na verilen 5 yıl 10 aylık cezayı onamakla birlikte, cezanın infazının yasama süresinin bitimine kadar durdurulmasına karar verdi. Berberoğlu ve ailesine reva görülen işkence o an, en azından bir süreliğine, bitti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, tutuklanması Adalet Yürüyüşü’nü tetikleyen Berberoğlu’na sarılırken, cezaevinde bulunan diğer milletvekili Leyla Güven’in yakınları da heyecan içindeydi. Berberoğlu için verilen kararın emsal oluşturması gerekmez miydi?

Gerekirdi, çünkü Anayasa’nın 83’üncü maddesi üçüncü fıkrasında “TBMM üyesi hakkındaki ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır” deniyordu.

Ne var ki bu hüküm HDP Hakkâri Milletvekili seçilen Leyla Güven’e uygulanmadı. Seçimin hemen ardından Diyarbakır’daki mahkemenin verdiği tahliye kararını bir üst mahkeme bozmuştu. “Tahliye edilmeden yeniden tutuklandı” başlığıyla haber duyuruldu. Bu başlığı ne ilk, ne de son görüşümüzdü. Yargıtay’ın Berberoğlu kararına rağmen yargı daha hüküm bile giymemiş olan milletvekilini serbest bırakmamakta direndi. Leyla Güven de “Anayasası çalınan bir milletvekili” olarak, seçmenin onu göndermek istediği meclise gitmek yerine, iktidarın onu tutmak istediği cezaevinde kaldı.

Banu Güven
Banu GüvenFotoğraf: Tugce Simsek

Tahliye yerine kelepçe

Leyla Güven, hakkında açılan davanın 7 Kasım 2018’de Diyarbakır’da görülen üçüncü duruşmasına kelepçeli şekilde götürülmek istendi. Bunu kabul etmedi, bu yüzden E-Tipi Kapalı Cezaevi’nden duruşmaya götürülmedi. Güven, SEGBİS yoluyla katıldığı o duruşmada süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladığını duyurdu. “Yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve tecrit kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim” dedi. “Hukuksuz kararlar” derken sadece kendi durumunu değil, bu hukuksuzlukla karşılaşan herkesin mağduriyetini belirtiyordu. “Tecrit” derken de, 2016’dan itibaren dış dünyayla bağlantısı tamamen kesilen Abdullah Öcalan’a uygulanan muameleyi. Leyla Güven’e göre bu muamele Öcalan’ın şahsında “Sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyordu”.

Leyla Güven’in bir sonraki duruşması 25 Ocak’ta. Sağlık durumu ring aracıyla duruşmaya gitmesini anladığım kadarıyla imkânsız kılıyor. Kelepçe konusuna değinmiyorum bile.

Son çare mi?

Açlık grevi, bazılarının özellikle hak mücadelelerinde son çare olarak başvurdukları bir yöntem. Bu yöntemi doğru bulmayan da var, destekleyen de. Ben insan üzerinde geri dönüşü olmayan hasar bırakabilecek bu süreci izlemeye dayanamayanlardanım. Ama bir yola baş koyanların, ümitleri boğulduğunda dağları delecek bir güçle bu kararı vermeleri bir şeyler anlatıyor. Varlığı neredeyse görmezden gelinen bir milletvekilinin içeriden hak için, hukuk için, çözüm için, barış için sesini böyle yükseltmesi, dışarıda çare üretilmediğini, bunun yollarının yeterince zorlanmadığını anlatıyor mesela. Aslında dışarıdakilerin de çaresizliğini vurguluyor. Açlık grevi fikri, bir ara Enis Berberoğlu’nun da hissetmiş olabileceği gibi, bazılarının önünde bu çaresizliğe yenilmemek için bir yol olarak belirebiliyor.

Nazım Hikmet gibi, Celal Bayar gibi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan gibi, 1984’te tek tip elbise uygulamasına karşı çıkan 400 mahkûm gibi, 1996’da ve 2000’de cezaevi koşullarını ve F Tipi'ni protesto eden binlerce tutuklu ve mahkûm gibi, oğlunun naaşını isteyen Kemal Gün gibi, göreve iade edilmek isteyen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gibi, bu ihtiyacı hissedenler çok. Yirminci Yüzyıl başında İngiltere’de kadınlara oy hakkı ve başka her türlü eşit hak için mücadele eden Süfrajetler, dünyanın öte tarafında Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı açlık grevi yapan Mahatma Gandhi de böyle hareket edenlerdendi. Aralarında muradına erebilen var, “Sesimi duyurdum, artık duruyorum” diyen var, en sonunda bunların hiçbirini diyemeyen de var. Mücadelesini bu yolla verenleri izlemek, gün be gün nasıl eridiklerini görmek endişe ve azap veriyor.

Kabul ve isyan

Mesele şu ki, artık bugünün medya düzeninde Leyla Güven yeterince görülemiyor. Merak edenler, iktidardan bağımsız haber siteleri ve zaptedilemeyen sosyal medya sayesinde ondan haber alabiliyor.

Leyla Güven’in kızı, gazeteci Sabiha Temizkan müthiş bir kuvvetle götürüyor bu süreci. Bununla birlikte annesinin ancak birileri koluna girmiş şekilde yürüyebildiğini gördükten birkaç gün sonra içindeki çığlığı salıyor: “Anne beni bırakma!”

Ama yine, ne çare, T24’e “O sadece benim annem değil” diyor. “Barışa dair ısrarı onu bu noktaya getirdi ve canını ortaya koydu. Ben kızı olarak ona böyle bir şeyi yapmasından dolayı çok korktuğumu, endişelendiğimi söylediğimde, ‘Ama başka evlatlar da acı çekiyor, başka anneler de ağlıyor’ diyor. Bunun karşısında çok çaresiz kalıyorum” diye anlatıyor durumunu.

İşin acı tarafı, aslında çaresiz değiliz. Çareler birilerinin elinde esir, iki dudaklarının arasında sıkışıp kalmış, duruyor.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe