1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Trump'ı anlamak için Hannah Arendt okumak

8 Şubat 2017

George Orwell’ın 1984 adlı kitabı Trump dönemiyle birlikte yeniden popüler olan tek kitap değil. Siyaset kuramcısı Hannah Arendt’in "Totalitarizmin Kaynakları” adlı kitabı da aynı oranda ilgi çekiyor.

https://p.dw.com/p/2X7P6
Wissenschaft des Judentums
Fotoğraf: Leo Baeck Institute

Gelişmiş uygarlıkların çöküşüne tanıklık etmiş olan Hannah Arendt, 20. yüzyıl totaliter hareketlerinin yükselişini analiz eden ilk siyaset kuramcılarından biri. 1951'de Nasyonal sosyalizm ve Stalinizmi incelediği makalesi “Totalitarizmin Kaynakları” yayınlandı.

Politika alanında yazılmış olan kitap, çok satanlar listesinde görmeye alıştıklarımızdan değil. Fakat Trump’ın ABD Başkanı olarak göreve başlamasından beri kitaba talep yoğun.

Trump ne kadar totaliter?

New York’taki Bard Üniversitesi’nde Hannah Arendt Politika ve Sosyal Bilimler Merkezi’nde profesörlük ve yöneticilik yapan Roger Berkowitz, DW’ye “Arendt’in bakış açısından Trump totaliter bir lider değil. Fakat onun deyişiyle, totaliter unsurları yönetiminde barındırıyor“ değerlendirmesini yaptı.

Berkowitz göre yine de bazı işaretlerin göz ardı edilmemesi gerek. Totalitarizmin en önemli ve tehlikeli özelliğinin bir hareket temelinde olması olduğunu dile getiren Berkowitz, Trump'ın da bir harekete dayandığını belirtiyor.

Popülizm: Küresel endişe zamanlarında hazır reçeteler

Arendt’in analizleri her ne kadar bugünün karmaşık politik gelişmelerini tamamen açıklayamasa da gözlemlerinin çoğu bugünü anlamak için bir temel oluşturuyor. Sağ popülizmin Avrupa ve ABD'daki şu anki yükselişi Nazi ve Komünistlerin yükselişine imkan tanıyan 20’ler ve 30’lardaki durumla bazı yönlerden benzerlik taşıyor.

Arendt pek çok insanın küresel belirsizlik zamanlarında yalanlara inanmaya hazır oluşuna sebep olan mekanizmayı şu şekilde ifade ediyor: 

“Sürekli değişen, anlaşılmaz bir dünyada kitleler, aynı zamanda, hem her şeye inandıkları, hem hiçbir şeye inanmadıkları, hem her şeyin mümkün olduğunu düşündükleri, hem hiçbir şeyin doğru olmadığını düşündükleri bir noktaya varmışlardır.”

Böyle bir ortamda başkalarını günah keçisi olarak gösteren ve sorunlara kolay çözümler öneren, tekrarlanan, basitleştirilmiş yanlış anlatılar, bilinçli fikirlerin oluşmasının ön koşulu olan derin analizlere tercih ediliyor. Bu açıdan Trump’ın Müslüman ya da Meksikalı olan herkesi terörizm, işlenen suçlar ve işsizlik nedeniyle suçlaması ve çözüm önerisi olarak seyahat yasağı ya da duvarı savunması yeni bir şey değildir.  "Alternatif gerçekler" ile doğruların çarpıtılması

Hannah Arendt
Hannah Arendt, 1959Fotoğraf: picture alliance/Keystone

Arendt’e göre totaliter liderler 20. yüzyılın başlarında yapmış oldukları propagandalar şu varsayıma dayanıyor:

“Biri, insanları bir gün fantastik beyanlara inandırabilir ve eğer olur da ertesi gün beyanlarının yalan olduğu inkar edilmez kanıtlarla ispatlanırsa aynı insanların teselliyi sinizme kaçmakta bulacaklarına güvenebilir. İnsanlar kendilerine yalan söyleyen liderlere sırtlarını dönecekleri yerde söylenmiş olan ifadelerin başından beri yalan olduğunu bildiklerini söyleyerek tepkilerini gösterir ve liderlerinin üstün taktik zekasını takdir ederler.”

Her ne kadar günümüzde bir beyanın doğruluğunun kontrolü kolay olsa da Trump kullandığı bariz yalanlarla bu durumu adım daha ileri taşıdı. Güvenilir medya kuruluşlarını “yalancı” medya diyerek itibarsızlaştırılmaya çalışıyor.

Arendt bu konuya ilişkin olarak “Eğer herkes size sürekli olarak yalan söyleniyorsa, bunun sonucu, yalanlara inanmanız değil, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmamasıdır” diyor.

Kötülüğün sıradanlığı

1961 yılında Yahudi Soykırımı'nın baş aktörlerinden Adolf Eichmann’nın yargılamasını anlattığı kitabında "kötülüğün sıradanlığı" ifadesini kullanarak kötünün aslında tahmin edildiği gibi radikal olmadığını dile getiriyor.

Kitap, cinayetlerin kitlenin hareketine uyum sağlamak için kendisine verilen emirleri düşünmeden uygulayan insanlarca nasıl işlendiğini açıklıyor ve kötülük ile düşüncesizlik arasında bir bağ olduğunu savunuyor.

1958 yılında yayınlanan “İnsanlık Durumu” eserinde yaptığı “düşüncesizlik” tanımı bugün Trump’ın apar topar imzaladığı başkanlık kararnameleri ve kararnameleri meşrulaştırma çabalarını tanımlamak için kullanılabilir. 

Arendt konuya ilişkin “Umursamaz bir kayıtsızlık ya da umutsuz bir kafa karışıklığı ya da kendi beğenmiş bir şekilde tekrarlanan önemsiz ve içi boşaltılmış “doğrular” içinde bulunduğumuz zamanın en belirgin özelliği haline gelmiştir” demişti.

Alıntıların içinde bulundukları bağlamdan kopartılarak paylaşılmaları oldukça kolay olsa da bu paylaşımlar Arendt’in fikirlerinin tamamını yansıtmıyor. Berkowitze göre, Arendt yaşadığımız dünyanın totalitarizmin kaynaklarının tam olarak belirlenebilmesi için oldukça karmaşık ve birbirine girmiş bir halde olduğu görüşünde. 

Arendt’in yazdıkları ışığında gelecekte yeni bir tür totalitarizm tarafından ele geçirilip geçirilmiyeceğimiz hakkında tahminler yürütürken sivil itaatsizliği yücelttiği bir başka alıntısında teselli bulabiliriz:

“Kimsenin itaat etmeye hakkı yoktur.”

© Deutsche Welle Türkçe

 

Elizabeth Grenier