1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye'nin 40 yıllık AB macerası

Jörg Pfhul21 Ocak 2004

Avrupa’nın en önemli gündem maddelerinden biri Türkiye’nin AB üyeliği, özellikle de Almanya’da. Alman Dışişleri Bakanı Jocshka Fischer bugün Ankara’ya gitmeye hazırlanırken, Türkiye’nin AB ile 40 yılı aşkın tarihini DW’den Jörg Pfhul yazdı...

https://p.dw.com/p/AbQd
AB'nin bu yılın sonunda Türkiye'ye yanıt vermesi gerekiyor
AB'nin bu yılın sonunda Türkiye'ye yanıt vermesi gerekiyorFotoğraf: AP

Altmışlı ve yetmişli yıllara bakıldığında, Türkiye’nin ve Türkler‘in siyasi gündeminde Avrupa konusunun henüz uzak bir ihtimal olarak yer aldığı göze çarpıyor. Hatta özellikle sol çevrelerin o tarihlerdeki adıyla Avrupa Ekonomi Birliği’ni kapitalizmin ve hatta emperyalizmin bir enstrümanı olarak değerlendirdiği, ”ortak pazar” tanımıyla ilgili Avrupa karşıtı sloganlar bile ürettiği anımsanıyor. ”Onlar ortak, biz de pazarlarıyız” türünden...

Kaldı ki o dönemlerde yalnız solcular değil, İslami çevreler de Avrupa karşıtı. Avrupa’yı, Batı’dan gelecek kötülüğün kaynağı olarak değerlendiren dinci çevrelerin militan mensuplarından biri, bugün tüm gücüyle Türkiye’yi Avrupa’ya taşımaya uğraşan yönetimin lideri. Aradan geçen onca yılın ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün oldukça farklı bir yaklaşım sergiliyor.

”Biz artık değiştik” diyor Erdoğan ve gerçekte bu değişimi yaşayanlar muhafazakar Müslümanlar‘la da sınırlı değil. Türk solu da artık eskiye oranla oldukça farklı düşünüyor. Bu gelişmede 12 Eylül darbesinin etkisi büyük. Çünkü darbenin başlıca hedefi Türk solu ve sivil toplum örgütleri. Binlerce insan cezaevine düşüyor, işkence görüyor.

Özgürlüğün güvencesi

Gerek solcular, gerekse dinci çevreler bu süreçte Avrupa fikrinin "pazar" olmakla, kötülük ve kapitalizmin kaynağı sayılmakla sınırlı kalmadığını, Avrupa’nın aynı zamanda özgürlüğün güvencesini simgelediğini öğreniyor.

Solcu çevreler için düşünce özgürlüğünün, İslami çevreler için din özgürlüğünün. Bu gerçeğin Türkiye’deki insanların kafasında yer etmiş olduğunun işareti, Başbakan Erdoğan’ın Avrupa’dan yakınırken dile getirdiği söyleme de yansıyor. O da Türkiye’nin üyelik sürecinin yeterli hızda ilerlememesi...

Türkiye’nin bugünkü ortamında, sekiz yıl önce hayata geçen, ülkenin Gümrük Birliği üyeliği ile ilgili yakınmaların bile artık bittiği dikkat çekiyor. Bir zamanlar ”ithalat artacak Türk sanayii batacak” diye Gümrük Birliği‘ne çatanlar, şimdi Avrupa menşeli ürünleri ucuz fiyata elde etmenin ayrıcalığını yaşıyor.

Lüksemburg’ta hayal kırıklığı

Buna karşılık Avrupa Birliği‘ne katılma arzusu ve buna ilişkin güven Türkiye’de ne denli artıyorsa, Avrupa’nın giderek yaklaşan bu gerçeğe ilişkin güvensizliği de o denli kendini belli etmeye başlıyor. 1997’de Lüksemburg’da yapılan genişleme zirvesinde Birliğin yeni üye adayları belirlenirken 35 yıldır kapıda bekleyen Türkiye’ye adaylık statüsünün bile layık görülmemesi, Ankara’yı yaralıyor, büyük hayal kırıklığı yaratıyordu.

Bunun yanında Birlik üyesi ülkelerin muhafazakar parti liderlerine atfedilen, Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin, Hristiyan Avrupa’ya uymadığı söylemi, bu kez yaraya tuz-biber ekiyordu. Bu gelişme, Türkiye’deki şahin kesiminin ve statükocuların ekmeğine yağ sürüyor, ”Avrupa bizi oyalayarak kandırıyor” yorumunun gerekçe kazanmasını sağlıyordu.

Ve adaylığı onaylandı

Ancak AB’nin Helsinki Zirvesi‘nde Lüksemburg’da yaptığı hatayı düzeltmesinden sonra bugün Türk halkının en az üçte ikisinin, artan bir eğilimle AB üyeliğine sıcak baktığı kaydediliyor. Bundan on yıl önce iliklerine kadar Avrupa aleyhtarı olan Başbakan Erdoğan ise bugün artık kendinden emin bir ifadeyle Türkiye’nin Birlik üyeliği takvimi hakkında tahminlerde bulunuyor.