Ortadoğu’da Türkiye’nin rolü artıyor
26 Temmuz 2006Türk kamuoyunun gündeminde iki konu var; PKK’ya karşı sınır ötesi operasyon olasılığı ve Türk askerinin Lübnan’da oluşturulacak barış gücüne katılması. İlk bakışta birbirinden farklı gibi görünseler de, Türk halkı ve hükümeti açısından bu iki konu iç içe geçmiş durumda. İsrail’in Lübnan’da terörist olarak nitelendirdiği Hizbullah’a karşı başlattığı büyük operasyon ve tüm dünyanın bu operasyona seyirci kalması, Türkiye’deki hemen herkesin aklına Irak’tan kaynaklanan PKK terörünü getiriyor. Akıllarda hep, “İsrail’e sessiz kalan dünya, neden Türkiye’nin de sınırötesi operasyon yapmasına izin vermiyor” sorusu var.
Konular bu kadar iç içe geçince, uluslararası pazarlıklar da bu yönde gelişiyor. Ankara - Washington hattındaki pazarlıklarda, Amerikalılar’ın Irak’ta PKK’ya karşı harekete geçmesine karşılık, Türkiye’nin de Ortadoğu krizinin çözümünde daha etkin rol oynaması üzerinde duruluyor.
Türkiye’nin rolü ne olacak?
Şimdi soru şu? Türkiye’nin barış çabalarındaki etkin rolü nereye kadar uzanacak? Başbakan Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk hükümeti, Ortadoğu krizinin başından itibaren hep diplomatik çabaların içindeydi. Erdoğan hem Ortadoğu liderlerini, hem de krizin çözümünde söz sahibi olabilecek Amerika Birleşik Devletleri ya da İngiltere gibi etkin ülkelerin yöneticilerini aradı. Hatta özel danışmanını Şam’a kadar gönderip, hem Hamas’la hem de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la doğrudan iletişim içine girdi.
Ancak Ortadoğu’da giderek alevlenen krizin diplomatik çabalarla çözülmeyeceği anlaşılınca, Ankara’dan beklentiler de değişti. Lübnan - İsrail sınırına uluslararası bir barış gücü gönderilmesinin tartışıldığı bugünlerde, Türkiye için de “komutanlık” rolü biçiliyor. Başlangıçta “etkin olmaya” hevesli görünen Türk hükümeti ise, Ortadoğu’dan gelen kriz görüntüleri kötüleştikçe, daha tedbirli bir politikaya doğru kayıyor.
Ankara’nın şartları
Ankara’da diplomatlar, “Türk askerinin kurulacak barış gücünde yer almasına ilişkin” şartları belirlemeye başladılar bile. Ankara’nın ilk şartı, gücün bölgeye ancak bir “BM kararına dayanılarak” gönderilmesi. Erdoğan hükümeti ancak bu şart gerçekleşirse, Türkiye Meclis’inden güce katılım kararı çıkaracak. İkinci şart, İsrail’in askeri operasyonu uluslararası güç konuşlanmadan önce sona erdirmesi. Türkiye, göndereceği askerleri ateşe atmak istemiyor.
Ankara’nın üçüncü şartı, barış gücünün konuşlandırılacağı yerle ilgili. Gücün nerede görev yapacağının sadece İsrail tarafından değil, Lübnan’ın da onayı alınarak kararlaştırılması isteniyor. Dördüncü şart, uluslararası güce verilecek misyonun ne olacağı konusunda. Ankara, gücü herhangi bir tarafa “daha yakın gösterecek” bir görev tanımını kabul etmeyecek. Misyonun, “tarafsızlık üzerine” kurulması en önemli beklenti. Türkiye, sadece “istikrarı koruyup, insani yardımı kolaylaştıracak” bir uluslararası güce asker gönderecek. Bu çerçevede, mesela “Hizbullah’ın silahsızlandırılması” gibi bir görev tanımı yapılması halinde, Türkiye uluslararası güçte yer almayacak.
Ortak tarih ve kültürle kendisini Ortadoğu’ya bağlı hisseden Türkiye, bu bölgede daha etkin rol oynayacak gibi görünüyor. Ancak, “rol tanımının iyi yapılması” koşuluyla…