1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

“Mutabakatın bitmesi Türkiye’nin çıkarına değil”

18 Mart 2017

Anlaşmazlıklara ve gerilimin tırmanmasına rağmen bir yıldır sığınmacı krizinde başarıyla uygulanan AB-Türkiye mutabakatının fikir babalarından Gerald Knaus, DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.

https://p.dw.com/p/2ZTFj
EU Türkei Migration Flüchtlingsabkommen
Fotoğraf: DW/D. Cupolo

AB ile Türkiye’nin, sığınmacı krizine ortak çözüm için anlaşma sağlamasının üzerinden tam bir yıl geçti.

Mutabakat Türkiye’den Avrupa’ya kontrolsüz göçün önlenmesinde, Ege’de ölümlerin son bulmasında etkili olurken, Türkiye’nin AB üyelik hedefine yakınlaşmasına katkı sağlayamadı, hatta son günlerde ipler kopma noktasına geldi.

Mülteci anlaşmasının “fikir babalarından” olan, Avrupa İstikrar Girişimi (ESI) adlı düşünce kuruluşunun başkanı Dr. Gerald Knaus, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken bu gerilimin büyük ölçüde Türkiye’deki anayasa referandumuyla ilgili olduğuna dikkat çekti.

Milica Delević
Avrupa İstikrar Girişimi Başkanı Gerald KnausFotoğraf: DW

“Referandumu kazanacaklarından çok da emin olmayan, gergin bir Türk siyasi liderliği görüyoruz” görüşünü ifade eden Knaus, Türkiye’nin Hollanda ve Almanya gibi ülkelerle “köprüleri yakıp yıkar” görünen tavrını “son derece talihsiz bir durum” olarak nitelendirdi.

AB-Türkiye mutabakatını sona erdirmenin ne AB’nin ne de Türkiye’nin çıkarına olacağını vurgulayan Knaus, AB’yi de eleştirdi. Mültecilerin Yunanistan’da içinde bulundukları olumsuz koşullara dikkat çeken Knaus, "9 bin gibi çok az sayıda mülteci ile başa çıkamıyorsa, düzgün konaklama temin edemiyor, başvuruları hızlı değerlendiremiyorsa o zaman AB başka neyle başa çıkabilir ki?” dedi.

ESI Başkanı Gerald Knaus’a yönelttiğimiz soruların yanıtları şöyle:

DW Türkçe: Mülteci mutabakatı ile ne hedeflendi ve bir yılda gerçekleşenlere baktığınızda ne düşünüyorsunuz?

Gerald Knaus: Türkiye ile AB arasında mülteci krizi konusunda çok başarılı bir işbirliği gerçekleşti. AB’nin üye olmayan bir ülkeye, Türkiye’ye, mültecilere destek amaçlı sağladığı maddi desteğin daha önce emsali görülmüş değil. Türkiye de Ege’de bir insani felaket yaşanmaması noktasında AB’ye destek oldu. BM kuruluşları bana Türkiye’de mültecilerin durumunda iyileşme sağlandığı bilgisini veriyor. Mutabakat sonuç verdi ama bu güçlü işbirliğine rağmen Türkiye-AB ilişkilerinde iyileşme sağlanamadı. Yine de her iki tarafın çıkarına olduğu için, bu mutabakat işlemeye devam etti. Eksiklikler var. Özellikle Yunanistan adalarında bulunanlar için koşullar iyileştirilemedi, koşullar gerçekten kötü. Ayrıca AB sığınma talepleriyle ilgili işlemler konusunda çok ağır hareket ediyor.

Türk tarafı, AB’nin mutabakatta öngörülen vize serbestisi gibi taahhütlerini yerine getirmediğini söylüyor ve Türkiye’nin de yükümlülüklerine bağlı kalmasının bir anlamı kalmadığı görüşünde. Mutabakat sizce sona mı yaklaşıyor?

Türkiye’nin Mart 2016’dan bu yana geri kabul ettiği zaten ayda yüz kişiyi aşmadı. AB’nin Türkiye’den aldığı mülteci sayısı ise 4 bine yaklaştı. AB ayrıca Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin durumunun düzeltilmesi için devasa boyutta para harcıyor. Mutabakatı son erdirmek aslında Türkiye’nin çıkarına olmayacak, Ankara’ya bir avantaj da sağlamayacak. AB içinde de Türkiye’ye sağlanan mali desteğin durdurulması çağrıları var ki bu AB’nin de çıkarına değil. Önemli olan sert söylemleri bir kenara bırakıp eldekine bakmak: İki taraf arasında süren gerilime rağmen mutabakat hâlâ uygulanıyor. Tarafların çıkarı bunu gerektiriyor.

Griechenland Flüchtlingslager in Moria auf Lesbos
Fotoğraf: picture alliance/dpa/T. Stavrakis/AP

Türkiye’de art arda yapılan sert açıklamaların aslında anayasa referandumu ile ilgili olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Gayet tabii ki. Referandumu kazanacaklarından çok da emin olmayan, gergin bir Türk siyasi liderliği görüyoruz. Türkiye için önem taşıyan ve Türkiye’yi gerçekten de destekleyen ülkelere sözlü saldırılara tanık oluyoruz. Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcılardan olan Hollanda ya da AB içerisinde son yıllarda Türkiye ile ilişkilerin muhafazası için en yoğun çabayı gösteren Almanya ile köprüleri yakan, yıkan bir Türk siyasi liderliği görüyoruz. Bu son derece talihsiz bir durum. Tek umut bunun sona ererek en yakın zamanda 10 yıl önce sahip olduğumuz Türkiye-AB ilişkilerine dönüşü sağlayabilmemiz.

Birçok siyasi gözlemci referandum sonucu ne olursa olsun durumun kısa vadede değişmeyeceği görüşünde. Sizin öngörüleriniz ne?

Ben spekülasyona girmem. 1997 yılındaki Türkiye çok az yatırımın yapıldığı, ciddi gerilimlerin, siyasi mahkûmların olduğu, işkence yapılan bir ülkeydi. 2007’deki Türkiye hiç olmadığı kadar saygınlığı olan, en büyük yatırımların yapıldığı, tabuların bile tartışıldığı bir ülke haline geldi. 2017’deyse Türkiye yeniden belirsizliğin arttığı, ekonomide gerilemenin yaşandığı bir ülke haline geldi. Hem Türkiye’de hem de AB’de, 2007 yılındaki Türkiye’ye nasıl dönüleceğinin yolu bulunmak zorunda. Bu öncelikle Türk seçmen, siyasetçi ve yetkililerin sorumluluğu. Ama AB’nin de ivedilikle stratejik bir vizyona ihtiyacı var. Hepimiz 2007’den 10 yıl öncesinin ne kadar trajik bir dönem olduğunu hatırlıyoruz.

Mutabakat kapsamında taahhüt edilen vize serbestisi, hem Türkiye’deki iç siyasi gelişmeler hem de Türkiye-AB ilişkilerinde gelinen nokta itibariyle şu an için de gerçekçi bir hedef mi?

Bazılarının vize serbestleşmesinin Türk Hükümeti’ne bir ödül olduğu yönündeki algısı, Türkiye-AB ilişkilerindeki gerilimin çok tırmanmış olması ve Türkiye’deki insan hakları ile ilgili gelişmelerin kaygı yaratması nedeniyle bunun kısa zamanda gerçekleşmesi pek mümkün gözükmüyor. Ama ben her zaman bu bakış açısının yanlış olduğunu savundum.

Sizin öneriniz nedir?

AB’nin Türkiye’de, insan hakları alanında değişim yaratmak için bu konuyu kullanmak istediği açık. Bu noktada Türk Hükümeti’nin zaten taahhüdü olan konulara odaklanılmalı. Ben vize serbestleşmesinin, işkence ve kötü muamele konusuyla ilişkilendirilebileceği kanaatindeyim. Türk Hükümeti’nin işkence ve kötü muamele yapan devlet görevlilerinin dokunulmazlığı olmadığı garantisini vermesi, İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin düzenli denetim yapmasını izin vermesi ve konu ile ilgili raporların doğrudan kamuoyuna açıklanması halinde AB vize serbestisini derhal tanımalı. Olumlu bir sonuç almak için AB’nin olumlu bir sinyal göndermesi gerekiyor. Somut sonuç elde edilecek şekilde insan hakları konusuna odaklanılmalı. Aynı zamanda Arnavutlar, Sırplar ve Moldovalılar ve belki yakında Ukraynalılar ve Gürcüler turist olarak AB’ye seyahat ederken Türklere ayrımcılık uyguladığımız izlenimini yaratmamalıyız. Bu, AB’nin çıkarına değil.

Symbolbild Beziehungen Türkei und EU
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/M. Schrader

Bu arada şu anda Türkiye’deki gelişmeler nedeniyle Almanya’ya son dönemde o kadar çok gazeteci, akademisyen geliyor ki…

Doğru ama Türkiye ile ilişkilerini kesen ya da minimum seviyeye çeken bir Avrupa nasıl olumlu bir katkı sağlayabilir? Mesela Avusturya ile Türkiye arasında neredeyse yok denilecek kadar az temas var. Peki, bu durum Avusturya'ya Türkiye’deki gelişmelere etki etme imkânı tanıyor mu? Bundan çok ciddi şüphe duyduğumu ifade etmeliyim. Bugün yanıtı aranan soru aslında şu: AB nasıl bir politika güderse Türkiye'de yeniden etkili olabilir?

İnsan hakları örgütleri, son olarak da Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), mutabakata çok ciddi eleştiriler yöneltiyor, bundan dolayı mültecilerin sağlıklarının, yaşamlarının tehlikeye atıldığını söylüyor. Ne düşünüyorsunuz?

Burada bazı insan hakları örgütlerinin, doğru olmayan ve neredeyse popülist bir üslupla rapor yazması durumuyla karşı karşıyayız. Sanki bu mutabakat olmasa Yunanistan’daki adalarda mültecilerin durumu çok iyi olacakmış gibi yazıyorlar. Oradaki olumsuz koşulların mutabakatla ilgisi yok. Asıl mutabakat olmasaydı daha fazla kişi gelecek, durum çok daha kötü olacaktı. Eleştiri meşru ama bir alternatif sunmadan sorumluluğu mutabakata yıkmak anlamsız. Unutulmasın ki 2016 yılının başında, mutabakat öncesinde, üç ayda yarısı çocuk 366 kişi boğularak öldü… Alternatif sunmadan eleştirmek anlamsız.

Peki eksiklikleri gidermek neden bu kadar zor?

Geçtiğimiz hafta Sakız adası Belediye Başkanı ile Hamburg’daydık ve kabul merkezlerini ziyaret ettik. Bu tür kabul merkezleri Yunan adalarında olsa, sığınma başvurularını inceleyecek yeterli sayıda çalışan olsa, alınan kararlara yapılan itirazları değerlendirmek için itiraz kurulları ayda birkaç gün değil de her gün çalışsa, hızlı, verimli ve etkin bir süreç işletilir ve sorunlar çözülür. Resmi olarak 14 bin kişi var Yunan adalarında, gerçekteyse 9 bin kişi var. 9 bin gibi çok az sayıda mülteci ile başa çıkamıyorsa, düzgün konaklama temin edemiyor, başvuruları hızlı değerlendiremiyorsa o zaman AB başka neyle başa çıkabilir ki? Görünen o ki AB mülteciler konusunda adil, insani bir süreç çalıştırmayı tam anlamıyla başaramadı.

©Deutsche Welle Türkçe

Söyleşi: Değer Akal