1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Dikta rejimlerde gazetecilik

Miodrag Soric / DW3 Mayıs 2004

Bugün, Uluslararası Basın Özgürlüğü Günü. 3 Mayıs aynı zamanda haber alma özgürlüğü ile medeni hakların mutlaka savunulması gerektiğini ihtar eden bir tarih olarak da kabul ediliyor. DW’den Miodrag Soric’in basın özgürlüğü gününü konu alan yorumu:

https://p.dw.com/p/Aa44

"Diktatörlükle yönetilen ülkelerde rejimi eleştiren muhabirler can güvenliğinden yoksundur. Takibata uğratılır, sorguya çekilir, kodese tıkılır, hatta öldürülürler. Suçları, yolsuzluk yapan politikacı ve işadamlarını deşifre etmektir. Askerin sivillere nasıl baskı yaptığını araştırır, kendilerinden olmayanlara nefret kusup onları boy hedefi ilan eden İslamcı din adamlarını eleştirirler. Toplumun dokusunu bozan organize suç şebekelerini kalemleriyle takip ederler.

Uluslararası Basın Özgürlüğü Günü'nde önümüze hazin bir tablo çıkıyor. Sadece bu yılın ilk dört ayında 13 gazeteci görev başında öldürüldü, yüzlercesi tutuklandı, ölümle tehdit edildi ya da saldırıya uğradı. Dikta rejimlerinde takibata uğratılan gazetecilere savunma hakkı bile tanınmıyor. Rusya ya da diğer Bağımsız Devletler Topluluğu üyelerinde olsun, Arap aleminde, İran, Endonezya ya da Çin’de olsun, rejim dalkavuğu olmayıp milletin problemlerine tercüman olan basın mensupları ölüm korkusuyla yaşıyorlar.

Özbekistan, Çin ya da Ukrayna’nın başkanlık saraylarından yapılan açıklamarda, demokrasi ve bağımsız medyanın iyi şeyler olduğu, ancak halkın henüz bu nimetlerden faydalanabilecek olgunluğa erişmediği, kontrolsüzlüğün ülkeyi kaosa götüreceği tarzında açıklamalar geliyor. Bu bakımdan, örneğin Çin gibi bir ülkede Komünist Parti’nin istikrarı korumasından Batı’nın aslında memnun olması gerektiği söyleniyor. Oysa totaliter rejimler sadece iktidarı kaybetmekten korkuyor ve zirvede kalabilmek için halkı vesayet altında tutuyorlar.

İnsan hakları örgütlerinin tespitlerine göre, dünya nüfusunun üçte ikisi, fikir ve ifade hürriyetlerinin sınırlandığı ülkelerde yaşıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte basının daha hür çalışabileceği sanılmıştı. Ama gerçekte Rus medyasının, Devlet Başkanı Putin’i övmekten başka birşey yapmadığı ortada. Kiev, Minsk ya da Aşkabat’ta da aynı manzarayla karşılaşıyorsunuz.

Basına gem vurmak için gerekçe kolay bulunuyor. Terörizm ile mücedele bahene edilerek Afrika ülkelerinde gazeteler kapatılabiliyor, Çin’de internet dünyası karartılabiliyor. En çok basın mensubunu hapsetme rekoru ise Küba’da. Gazetecilerin en çok saldırıya uğradığı ülke de Bangladeş.

Batılı ülkeler de gazetecilerin ölümünden sorumlu olabiliyorlar. Irak’ta yabancı televizyoncular, film kamerasını makinalı tüfekten ayıramayan Amerikan askerleri tarafından öldürülebiliyor.

Hükümetler üzerindeki baskıyı arttırmak için basın özgürlüğü ihlallerinin manşetten düşürülmemesi gerekir. Güvenlik politikası ya da ekonomik çıkarlar nedeniyle hürriyetçi rejimlerin yarı otoriter ya da dikta rejimleriyle uyuştuğuna tanık oluyoruz.

Örneğin Almanya, Rusya ve Çin ile ilişkilerini sadece milli çıkarlara hizmet açısından değerlendiriyor. Siyasi sorumlular, realiteleri gerekçe gösterebilirler. Ama basının ve kamuoyunun bu davranışı örnek almaları son derece sakıncalıdır. Basının ve ferdin hürriyeti, sadece diplomasi sahnesindeki aktörlere emanet edilemeyecek kadar değerlidir."