1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Batı ile Doğu’nun Berlin buluşması

Peter Philipp11 Ağustos 2004

Kültürlerarası diyalog, Almanya’da en çok duyulan kavramlardan biri haline geldi. Özellikle politik yaşamda ve medyada bu diyaloğun gerekliliğinden çok söz ediliyor. Fakat acaba kültürle uğraşanlar bu diyaloğa ne kadar katılıyor? DW’den Peter Philipp, farklı ülkelerden yazar ve tiyatro sanatçılarının diyalog çabalarını tanıtıyor.

https://p.dw.com/p/Aahl
İslam ülkelerinden yazarlar Berlin'deydi
İslam ülkelerinden yazarlar Berlin'deydi

Şair ve yazarlar birçok ülkede olumlu anlamda ters düşüncelere sahip aydınlar olarak kabul ediliyor. Fakat bu, iktidar sahiplerinin, yazarların düşünce ve vizyonlarına otomatikman kulak verdiği anlamına gelmiyor. Ama bunu en azından deneyen birçok yazar var. ”Berlin Festivali” ve yine Berlin’deki ”Bilim Diyaloğu” kurumları, Almanya ve İslam ülkelerinden yazar ve şairler arasında bir diyalog oluşturmaya çalışıyor. Edinilen ilk deneyimler çok umut verici.

”Berlin Festivali” ve ”Bilim Diyaloğu”, Alman yazar ve şairlerini İslam ülkelerindeki meslekdaşlarıyla biraraya getirerek, birkaç hafta boyunca birbirlerini tanıma ve anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Alman Dışişleri Bakanlığı’nın da mali desteğiyle, çeşitli Arap ülkelerinden, İran’dan ve Türkiye’den edebiyatçıların buluşturukması planlanıyor. Hatta bu planların bir kısmı gerçekleştirildi bile.

Başlangıcı, Lübnanlı Şair Abbas Beydoun’la Berlin’li yazar Michael Kleeberg yaptı. Önce altı hafta Berlin’i ziyaret eden Beydoun, Kleeberg tarafından ağırlandı ve gezdirildi, ardından Kleeberg Beyrut’a gitti. Michael Kleeberg, bu çalışmanın ilk ürünlerinin kendisinin hazırladığı bir ”Lübnan Günlüğü”yle, Beydoun’un bir şiir kitabı olduğunu anlattı ve birçok bakımdan köprüler kurulduğunu söyledi.

Gerçek köprüler

Gerçek köprüler, vadiler ya da geçit vermez ve ürkütücü uçurumların üzerine kurulur. Kleeberg’e, Batı ile Doğu arasında kurulan bu edebi köprünün, gerçek köprülerle benzerliğini sorduk.

”Bizim kurduğumuz köprü, garip bir arazide. Bu arazide hem uçurum ve yarıklar, hem de garip ‘hayali vadiler’ bulunduğuna inanıyorum. Bunlar çok derin görünüyor, ama gerçekte öyle değil. Bizim gerçekleştirdiğimiz ve sonuçları şimdi başkalarına yansıyacak olan bu diyalogda belirleyici olan, bunun öncelikle ortak noktaların, benzerliklerin, umutların ve tabii tehlikelerin nerede olduğunun görülmesine yaraması.”

Bu karşılıklı değişim programı sadece okumalar ve açık oturumlardan ibaret değil. Özel görüşmeler de önem taşıyor. Bunlar, karşılıklı önyargıların azaltılmasına ve karşı tarafın bilinmeyen düşüncelerinin anlaşılmasına yarıyor.

Batılı zemin

”Orada beni şaşırtanların başında, üzerinde buluştuğumuz, ortak bir dil bulduğumuz zeminin benim zeminim, yani Batılı bir zemin olmasıydı. Arap aydınlarının, özellikle de Lübnan’dakilerin kökleri, kendi gelenek ve göreneklerinden çok, siyasi, tarihsel ve kültürel bakımdan Batı dünyasında.”

Yazar, ”Lübnan Günlüğü”nde, hızla önyargılarından vazgeçmek zorunda kaldığını yazıyor. Sadece, Doğu’nun günlük yaşamının, Batı’daki yaygın kuşkuların aksine, terör ve teröristlerden ibaret olduğu önyargısından değil, Batı’nın kendini beğenmişliğinden kaynaklanan, İslam’ın demokrasiyle bağdaşmadığı önyargısından da. Kleeberg’e göre, en azından bu yönde çabalar var ve bu noktada Avrupa’nın da, olanakları sınırlı da olsa, yardım etmesi gerekli.

"Biz Avrupalıların önünde büyük ve kapsamlı bir görev var. Orada, o bölgenin şimdilik sayıca az, fakat inançlı demokratlarıyla yaptığım görüşmelerde, özellikle Avrupa’ya yönelik büyük umutlar bulunduğunun bilincine vardım. Gerçekçi olduğum için, bu umutları kırmak zorunda kaldım. ‘Çok şey beklediğiniz, demokratikleşmede yardım, anlayış ve arabuluculuk beklediğiniz öyle bir Avrupa henüz yok ve görünür bir gelecekte de olmayacak’ demek zorunda kaldım.”

Aydınların etkisi azaldı

Sanatçı, filozof ve aydınların siyasi yaşam üzerindeki etkisi bugün azalmış durumda. Bu hem Batı’da hem de Doğu’da böyle. Devlet destekli projelere katıldıkları zaman, kendilerinden kuşku duyulmaya başlanması da cabası. Bu değişim projesi de devlet destekli. Proje iki farklı kültür arasındaki temel sorunları çözmeye çalışmıyor. Ama her iki tarafta da birbirini anlamaya çalışan insanların ortak tablosunda bir mozaik taşı oluşturuyor.

”E, tabii, yazarlar ve şairlerin doğrudan siyasi bir rolleri olmadığı kesin. Ama diğer yandan da, insanların kitapları, birşeyleri, hatta kendilerine en yabancı olan şeyleri yeniden keşfetmek için okuduğu da kesin. Bu anlamda edebiyat doğal olarak, korkulanı, korkuyu ortadan kaldırarak büyük bir rol oynayabilir.”

Mühlheim kentindeki "Theater an der Ruhr" tiyatrosunu yöneten İtalyan asıllı Roberto Ciulli, 20 yıldan beri kendi tiyatro ekibiyle İran, Irak, Türkiye ve Afganistan gibi müslüman ülkelerin tiyatro ekipleri arasında değişim programları düzenliyor. Ciulli amacını şöyle açıklıyor:

Çekinceler oluştu

”Daha 80’li yıllarda Goethe Enstitüsü ve Alman bakanlıklarını, iyi bir kültürel ihracat politikasının, ancak iyi bir kültürel ithalat politikasıyla başbaşa yürütülebileceğine ikna etmeye çalıştık. Hep başka ülkelere gidip, kendi malını satıp, Alman dili, klasikleri, tiyatrosu ve modern edebiyatının reklamını yapıp, fakat diğer yandan o ülkelerin edebiyatına hiç ilgi göstermemek olmaz ki.”

Ama sorunlar da yaşıyor Ciulli. Örneğin, İranli tiyatro gruplarıyla yaptığı düzenli değiş tokuşa karşı siyasi çekinceler oluşmuş bir dönem:

”İnsanın kendini aşması gerekiyor. Çünkü diyalog, ancak bugüne kadar örneğin siyasi bir bir diyalog bulunmayan yerlerde ilginç oluyor. Orada diyaloğa başlamak önem kazanıyor ve kendini aşma sorunu ortaya çıkıyor. O noktada ilkesel bir karar vermek ve kültürel diyaloğun her zaman ve her kimle olursa olsun gerektiğini savunmak gerekiyor.”

Karşı tarafın kültürünü tanıma

Ciulli, bu programın bir değişim programı olmasının önemine de işaret ediyor. Hem Almanya, hem de İran’da seyirci ilgisinin çok büyük olmasını Ciulli, her iki tarafta da, siyasi sorunların ötesinde karşı tarafın kültürünü tanıma gereksiniminin varlığının kanıtı kabul ediyor.

Fakat bu programın bazılarında kuşkular da yarattığını saklamıyor İtalyan asıllı sanatçı: ”Bazıları aynı düşüncede değil. Örneğin, İran’da insanlarla konuşmaya başladığımızda, hem burada, hem de orada birçokları bu tavrımızı eleştirdi. Burada İran’daki muhafazakarlarla diyaloğu eleştirenlerle, orada genç İranlıların Batılı eserleri izleme olanağına kavuşmasında herhangi bir çıkarı olmayanlar arasında, bu noktada bir ittifak oluşuyor.”

Ciulli, İran’da oyun sergilerken birçok kısıtlama getirilmesine rağmen, bu sorunun İranlılarla yakın bir ilişki kuruldukça aşıldığını anlatıyor. Saddam Hüseyin döneminde Irak’ta da oyun sergileyen Alman tiyatrosuna orada hiçbir kısıtlama getirilmemiş. Buna karşılık, resmi ilgi de olmamış. ”Fakat”, diyor Ciulli, ”vatandaşların ilgisi beklentilerimizin çok üzerindeydi.”

Projesiyle, İslam dünyasının, Batı’nın kültür emperyalizmi korkusunu biraz olsun gemlemek isteyen Ciulli, bu korukuyu anlayışla karşılıyor: "Bu sadece bir korku değil, bir gerçek. Bu yüzyılda başka tür bir sömürgeciliği uygulamaya koyduğumuz açık. Yani, sömürgeciliğin yıkılmasının ardından bir yeni sömürgecilik başladı. Üstelik sadece son yıllarda da değil. Bunun ardında oldukça uzun bir süreç yatıyor. Bazı İslam ve Arap ülkelerinin bu korkusu haklı.”

Demokrasi okulu

Ciulli, ”Theater an der Ruhr”daki çeyrek yüzyıllık çabalarının, tiyatronun bir çeşit demokrasi okulu olabileceği şeklindeki inancının gerçek olmasını sağlayacağını hayal ediyor. Ona göre, demokratik düşünceler geliştirmek için tiyatro en elverişsiz ortam, çünkü tiyatro bireycilikten ve kitlesel kararlara uymamaktan besleniyor. Bu nedenle Ciulli, Batı’nın demokrasi anlayışının düşünmeden ve uyarlanmadan ihraç edilmek istenmesine karşı çıkıyor ve bunun yerine yakın bir işbirliğini ve somut projeler geliştirilmesini öneriyor. Onun tiyatrosu için bunun anlamı şu: Birbirini daha iyi tanımaları, birbirlerine yakınlaşmaları ve birbirlerini anlamayı öğrenmeleri için, İslam ülkelerinden gençlerin birkaç ay süreyle Almanya’da Alman gençleriyle birlikte çalışmalarının sağlanması. Yani sadece diyalog değil, birlikte yapılacak somut iş, Ciulli’ye göre gereken.