1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Barzani'nin Ankara ziyareti nasıl okunmalı?

10 Aralık 2015

Türkiye-Musul krizi ile Barzani'nin Ankara ziyareti arasında güçlü bir ilişki bulunuyor. Ziyaret karşılıklı bağımlılığın ötesinde Ortadoğu'daki ittifakların değişiminin bir yansıması. Serhat Erkmen'in analizi:

https://p.dw.com/p/1HLVk
Fotoğraf: Reuters/A. Lashkari

Türkiye'nin Musul'da IŞİD'e karşı eğitilen Hasdi Watani birliğini eğitmek üzere asker gönderdiğinin medyaya yansımasından kısa bir süre sonra Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler Maliki döneminden beri en gergin günlerini yaşadı. Gerginlik bu yazının yazıldığı anlarda henüz azalmış değildi. Ancak Türkiye Milli İstiharat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun Bağdat'ı ziyaret etti. Bu ziyaretin sonucunu şimdiden kestirmek zor.

Mesut Barzani'nin ziyareti ise sadece Türkiye ile Iraklı Kürtler arasındaki ilişki çerçevesinde değil Ortadoğu'da değişen ittifak ilişkileri çerçevesinde daha geniş bir bağlamda yorumlanmalı.

IŞİD'in Değiştirdiği Denklem: Ankara-Bağdat-Erbil Hattı

Ortadoğu uzmanı Doç. Dr. Serhat Erkmen
Ortadoğu uzmanı Doç. Dr. Serhat ErkmenFotoğraf: privat

Aslında Türkiye-Erbil-Bağdat hattındaki gerginlik hiç de yeni değil. ABD'nin Irak'taki askerlerini çekmeye başlamasından sonra dönemin Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi olayından beri Ankara ile Bağdat'ın yıldızının barışmadığı bilinmektedir. Türkiye, İran'ın Irak'ta artan etkinliğini dengelemek amacıyla bir yandan Sünni Araplar arasındaki müttefiklerini artırmaya çalışırken diğer yandan Kürtleri yeni stratejik partneri olarak belirlemiştir. Maliki karşıtı bazı Şii gruplar da Türkiye ile ilişkilerinde daha ılımlı bir tavır takınmıştır. Ancak, 2014 yılında Irak'ta gerçekleşen seçimler sonrasında ortaya çıkan siyasal denklem başta Türkiye'nin İran'a karşı dengeyi göreli olarak sağlamaya çalıştığı imajını verse de IŞİD'in Musul'u ele geçirmesi ve Irak'taki tüm dengeleri alt üst etmesi Irak'taki Türkiye İran rekabetinin tüm dinamiklerini değiştirmiştir.

2014 yılından bu yana yaşanan gelişmeler birbiriyle yakından ilişkili dört düzlem bağlamında anlaşılabilir:

Türkiye ile Iraklı Kürtler arasında 2009'dan beri hızlanarak gelişen ve stratejik bir hal alan ilişki.

Ortadoğu'da Moskova-Tahran-Şam ve Bağdat arasında gelişen ittifaka Ankara-Doha-Riyad ekseninin karşı koyması.

Irak'ta hükümetin ve devlet kurumlarının kontrolü kaybetmesiyle siyasetin doğasında yaşanan değişim.

IŞİD sonrası planlama ve beklentilerin yarattığı fırsatlar ve tehditler.

Ankara-Erbil Stratejik Ortaklık Hattı:

Türkiye'nin Iraklı Kürtlere yaklaşımının 2009'dan beri değiştiği görülmektedir. Ankara, Iraklı Kürtleri özellikle de KDP'yi başlangıçta ortak olarak algılarken bugün stratejik bir partner olarak benimsemektedir. Bu ortaklığın Ankara açısından 4 açıdan önemi var: Bir kere artan enerji ihtiyaçlarını çeşitlendirmek isteyen Türkiye, Kuzey Irak'ı ucuz ve sürekli bir enerji havzası olarak görmektedir. IKBY'de bulunan petrol ve doğal gazın uluslararası piyasaya aktarılmasının temel güzergâhı olmanın yanı sıra baş tüketicisi olmaya adaydır. İkincisi, Türkiye'de yürütülen barış sürecinde KDP politik ve psikolojik bir rol oynamaktadır. Sürecin tıkandığı ve çatışmanın yükseldiği noktalarda Iraklı Kürtlerle ilişkiler, Kürtlere değil PKK'ya karşı olduğu söyleminin can simidi olmuştur. Üçüncüsü Kuzey Irak, Irak'ın geri kalanındaki Sünni Arap coğrafyasına açılan kapısıdır. Türkiye'nin tarihsel etki sahası olarak gördüğü bölgelere doğrudan erişimini kaybetmesiyle birlikte jeostratejik durum Türkiye'yi Kürtlerle yakınlaşmak zorunda bırakmaktadır. Dördüncüsü ise özellikle Suriye'deki gelişmelerden sonra bölgede yalnızlaşan Türkiye'nin Irak ve Suriye'de ortak bir gündem paylaşabileceği yegâne dostu Iraklı Kürtler haline gelmiştir.

Bu ortaklığın Kürtler açısından da son derece önemli hale geldiği görülüyor. Bir kere, Türkiye'nin şiddetli bir karşı çıkış sergilemesi halinde Kürtlerin yegâne ekonomik kaynağı olan petrol ve doğal gazın uluslararası piyasalara akışı (Suriye'de kısa vadede istikrarın güç olduğu dikkate alındığında) süre olarak uzayacak, maliyeti artacak ve İran veya Irak merkezi hükümetine daha bağımlı hale getirecektir. İkincisi Kürtler Bağdat’la giriştiği toprak mücadelesinde Türkiye'nin fiziki desteğine ihtiyaç duymaktadır. Temmuz 2012'de Irak ordusu ile peşmergeler Rabia civarında karşı karşıya geldiği andan itibaren Türkiye'nin bu desteği daha kritik hale gelmiştir. Üçüncüsü Kürtlerin temel hedefi olan bağımsızlığa ulaşmasının önündeki en büyük engel de en ciddi kolaylaştırıcı da Türkiye olacaktır. Bu sadece ikili ilişkiler bağlamında değil aynı zamanda Ortadoğu'daki dengeler bağlamında da ele alınmalıdır. Dördüncüsü ise Bağdat ile gerilen ilişkileri nedeniyle içeride ciddi ekonomik zorluklar yaşayan IKBY'nin son aylardaki olayların da gösterdiği gibi en büyük ekonomik yardımcısı Türkiye'dir.

Moskova-Tahran-Şam-Bağdat'a Karşı Ankara-Doha-Riyad:

2012 yılından itibaren Suriye eksenli gelişmeler Ortadoğu'da güçlenen bir eksen yarattı. Bu eksenin temelinde İran bulunurken İran'ı tamamlayanlar Şam ve Bağdat oldu. Eksenin arkasındaki büyük güç ise açık bir biçimde Rusya'dır. Bu dört aktör arasındaki ilişki Suriye ve Irak'taki çatışmaların IŞİD nedeniyle yayılmasıyla daha da derinleşti. Karşısında kendisi kadar yekpare ve işbirliği içinde olan bir ittifak olmasa da Ankara-Riyad-Doha birlikteliği yabana atılır bir güç değildir. Bu ittifakın Suriye'de muhaliflere verdiği destek Şam rejimini büyük bir baskı altına sokmuştur. Ancak Türkiye sınırına yakın yerlerdeki Kürtler de bu ittifaklara kendi çıkarları çerçevesinde yaklaşmaktadır. Kürtler arasındaki 40 yılı aşan güç mücadelesinin sonucu olarak KYB ve PKK'nın Tahran'a uzak durmadığı görülürken KDP açık bir şekilde Ankara'ya yaklaşmıştır. Bu ilişki bir anlamda Irak'taki iç dengelerin de bir uzantısıdır. Irak'ta bağımsızlığı hedefleyen Kürtlerin Bağdat'la yaşadığı ilişkilerin yanı sıra bağımsızlık söyleminin sonucu olarak İran ile de karşı karşıya geldiği unutulmamalıdır. Üstelik PYD'nin ABD'den en çok yardım gördüğü dönemlerde dahi Şam ve Moskova ile yakın teması sürdürmesi Kürtler arasındaki iç mücadele ve bölgesel denklemde nerede yer almak istediğinin açık bir işaretidir. Kürtlerin liderliğine oynayan ve bu doğrultuda ideoloji, liderlik, toplumsal taban, dış güçlerle ilişkiler gibi konularda büyük zıtlıklar yaşayan PKK ile KDP kendi çıkarlarına göre yukarıda belirtilen ittifaklardan birisine yakınlaşmışlardır.

Irak Siyasetin Doğasındaki Değişim:

İşgalden sonra Irak siyaseti etnik ve mezhepsel çizgilerle yeniden inşa edilirken siyasi partiler ile silahlı güçler arasındaki ilişkiler de iç içe geçmiştir. İç savaşın dorukta olduğu 2005-2007 yılları arasında partiler zayıflarken milis grupların güçlendiğini herkes hatırlamaktadır. Devletin yeniden güçlenmesi sonucunda milislerin zayıfladığı görülürken IŞİD'in Musul'u ele geçirmesiyle silahlı gruplar daha da güçlenerek siyaset sahnesine dönmüşlerdir. Irak'ta ordu ve polisin zaaflarının ortaya çıktığı son bir yıl içinde merkezi hükümeti yönlendiren en önemli faktör silahlı grupların siyasal arenadaki yerinin yükselişi olmuştur. Peki bu silahlı gruplar kim? Temelde 2003'ten beri sistemin kilit taşlarını elinde tutan ama bastırılmış önderlikler. Çoğu Şii Araplardan oluşan bu milis teşkilatları İran'ın güdümünde kurulmuş ve yönlendirilmiştir. Bugün sadece Irak'ta değil Suriye ve Yemen'de de varlık gösteren bu birliklerin liderleri artık Bağdat'ta siyasetin asıl belirleyicisidirler. Halkın güvenini yitirdiği yolsuzluğun cirit attığı, bırakın halkı, kendi güvenliğini sağlayamayan kurumların bulunduğu bir kırılgan devlet mekanizması içinde yeni belirleyici milis güçlerdir. İşte bu milis güçler Kürtlerin Irak'ta daha fazla toprak kazanmasından ve bağımsızlığa doğru gidip devleti parçalamasından endişelenmektedir. Bu nedenle Erbil ile Bağdat arasındaki ilişki her geçen gün gerilmektedir.

IŞİD'den Sonrası: Fırsatlar ve Tehditler:

IŞİD'in ne zaman yenilebileceğine dair somut işaretler henüz yok. Ancak Irak ve Suriye'de IŞİD'in çekilmesiyle doğabilecek boşluk pek çok siyasi grup için paradoksal bir biçimde hem tehdit hem fırsat yaratmaktadır. Türkiye ve Kürtler açısından bakıldığında IŞİD'in çekildiği topraklara kendilerine yakın Sünni Arapların hükmetmesi hayatidir. Böylece hem İran etkisi sahası daralacaktır hem de başta enerji olmak üzere ortaklık alanı genişleyecektir. Bu olası işbirliğinin en kritik yeri Musul'dur. Bunun tam tersi ise Bağdat'ın Musul'da yeni ve tam bir kontrol sağlamasıdır. Bunun Kürtler ve özellikle KDP için anlamı Bağdat'ın sınırlarına geri dönmesidir. 1958'den beri Kürtlerin kazanımlarının ardından merkezi hükümetle her karşılaşması Irak'ta çatışmaya dönüşmüştür. Başka bir deyişle, Türkiye ve KDP İran etkisi altındaki bir Irak ile kendisi arasına bir Sünni Arap tamponu koymak istemektedir. Bu tampon bir yandan olası enerji kaynakları nedeniyle bir ekonomik fırsatken diğer yandan da Ankara-Erbil ortaklığının genişleme sahasıdır. Ancak tersine Bağdat'ın Musul'u kontrol etmesi ve Irak'ta merkeziyetçiliği destekleyen ve Kürtlere kaptırılan toprakları geri almaya odaklanan Sünni Arapların Musul, Selahattin ve Kerkük'te yeniden etkin hale gelmesi Kürtler için fiziksel bir tehdit yaratacakken Türkiye'nin etki sahasını genişletmesini de imkânsız kılacaktır. Buna karşılık İran Irak'tak etki sahasını 2003'ten bu yana en geniş seviyeye taşıyabilecektir.

Mesut Barzani'nin ziyareti ve Türkiye'nin Musul hamlesi bu dört düzlemde okunduğunda son gelişmeler şöyle değerlendirilebilir: IŞİD'den kaçan Musulluları eğitmek için Irak hükümetiyle varılan uzlaşı gereği Türkiye'nin asker göndermesi bugün için güç dengesini değiştirecek bir hamle değildir. Tersine IŞİD'in olası bir saldırısında kampı koruyabilecek bir güç gerçekten yoktur. Bu nedenle Türkiye bunu bir ihtiyaç gereği yapmış olabilir. Fakat Musul üzerindeki güç mücadelesi sürecinde ortaya çıkan Ankara-Erbil-Nuceyfi ittifakı Bağdat'taki gerçek karar vericiler tarafından uzun vadeli bir tehdit olarak algılanmıştır. Ankara'nın Bağdat'tan gelen tepkiye karşı M. Barzani'yi ağırlarken kullandığı semboller ise Kürtler ile ilişkileri geçmişteki seviyenin çok ötesine taşıma niyetinin göstergesidir. İçeride PKK'nın hâkim olduğu ilçe ve mahallelerde çetin bir terörle mücadele süreci yürüten Türkiye özellikle Suriye'de PKK/PYD'nin güçlenmesinin önüne geçememektedir ve her an bir çatışma yaşanma olasılığı yüksektir. Buna karşılık Türkiye KDP ve Mesut Barzani üzerinden sorununun Kürtler değil PKK olduğu söylemini güçlü tutmaya çalışmaktadır. IKBY'nin bayrağının ilk kez Irak bayrağının yanında sergilenmesi Bağdat kadar diğer Kürtlere yönelik de bir mesajdır. Ancak her ne kadar Kürtler bütüncül bir görüntü sergilese de kendi iç çelişkilerini gizleyememektedir. KYB ve Goran'ın Musul meselesinde Bağdat'ın arkasında durması, PYD'nin Şam ile yakın işbirliği Kürtlerin tamamının aynı politikaya ve önceliklere sahip olmadığının kanıtıdır. Bu bağlamda KDP içeride başkanlık meselesiyle yaşadığı tıkanıklığı dışarıda bir güç gösterisiyle savuşturmaya çalışırken Suriye'deki kaybını Ankara-Riyad hattına yakınlaşarak telafi edebilmeyi umut etmektedir. Özetle, Ortadoğu'daki kamplaşma derinleşirken Kürtler kendilerine yeni yerler arayışı içindedir. Son gelişmelerden anlaşılan artık Irak ve Suriye'deki aktörlerden bahsederken bütüncül hükümetlerden değil kendi çıkarlarını gözeten çok sayıda aktörden bahsetmek gerekmektedir. Bu nedenle Irak ile Ankara arasındaki gerginliğin dozu üst düzey ziyaretlerle bir süreliğine düşebilir. Fakat bir sonraki gerginlik için geri sayım çoktan başlamıştır.

© Deutsche Welle Türkçe

Serhat Erkmen

Doç. Dr. Serhat Erkmen, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu Masası Başkanlığı görevini yürütüyor.