1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Başbakan neden kızgın?

Zülfikar Doğan/Ankara26 Temmuz 2004

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sakarya – Pamukova’daki hızlandırılmış tren kazasından sonra, çok gergin ve sert bir tavır içerisine girdi. 37 Kişinin yaşamını yitirdiği kazadan sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki Başkanlık döneminde en yakın çalışma arkadaşlarından Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın ve Yıldırım’ın göreve getirdiği yine İstanbul belediyesi kökenli TCDD Genel Müdürünün ”istifalarının” yaygın biçimde talep edilmesi Başbakanı kızdırdı. Zülfikar Doğan'ın konuyla ilgili yorumu:

https://p.dw.com/p/Aa2B

”Siyasi sorumluluk ve sorumluluğun paylaşımı” çerçevesinde istifa teleplerinin Başbakan ve hükümete kadar uzanması, Meclis soruşturması, hükümet hakkında gensoru girişimlerinin gündeme gelmesi Başbakan Erdoğan’ın gerilimini iyice arttırdı. Tam da Fransa’ya yaptığı kendince başarılı bir ziyaret ardından içeride böyle bir sıkıntılı tablo ile karşı karşıya kalmak, Başbakanı gazeteciler ve medya ile de zıtlaşmaya yöneltti. Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü hakkında bir ”tasarrufta” bulunup, bulunmayacağını, sorumluların ”istifasını isteyip istemeyeceğini” soruna gazetecilere ”haddinizi bilin” diye karşılık veren Başbakan, bu çıkışıyla da kendisine yandaş pek çok gazeteciyi, yazarı da karşısına aldı.

Peki, Başbakanı bir anda böyle bir ruh haline sokan neydi? Bir kez şunu hemen saptamak gerekiyor ki, hükümet ilk kez ”icraatı ile ilgili ve bizzat kendi sorumluluğunda” bir konuda yaygın biçimde eleştiri aldı. Bugüne kadar ”mağduru” oynayan, türban, imam – hatip, YÖK yasası, Anayasa ve yasa değişiklikleri, konusunda Silahlı Kuvvetler, Cumhurbaşkanlığı, CHP, YÖK, Üniversiteler, Sivil toplum örgütlerini karşısında bulan, bu nedenle de toplumun pek çok kesiminden ”sempati” gören ”bırakın iş yapsınlar, çalışsınlar” desteği alan Başbakan ve AKP hükümeti, ilk kez bambaşka bir durumla, ”yönetim beceriksizliği ve başarısızlığının sorumluluğu” ile karşı karşıya kaldı.

Tren kazasının ne türbanla, ne imam – hatiple, ne askerlerle, ne MGK ile, ne de başka bir şeyle ilgisi vardı. Tamamiyle bir yönetim zaafiyeti, bilime ve kendinden olmayanlara güvensizlik, devlet yönetimine, bürokrasiye, siyasi kadrolara yapılan atamaların yetersizliği ve iş bilmezliği, bu konuda ortaya atılan ”tarikat bağlantılı kadrolaşma” iddialarının somutlaşması idi tren kazası.

Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nden hükümetin pek çok atama kararnamesi geri dönerken gerekçe ”liyakatsizlik, gereken koşulları taşımama” gibi nedenlere dayanıyordu. Başkent kulislerinde, siyasi kulislerde konuşulanlar ise bürokratik atamaların ”tarikat rütbelerine” göre yapıldığı, dolayısıyla bazı bakanların kendilerine bağlı bürokratları bile tarikattaki bu ast – üst ilişkileri nedeniyle değiştiremediği, güçlerinin yetmediği idi.

Hükümet ve Başbakan ise kendi ”hızlarına ayak uyduracak kadrolarla çalışmak istemelerinin doğal olduğu” tezini gündeme getiriyordu. Ancak görüldü ki, büyük bölümü sadece ”belediye yöneticiliği” yapmış, deneyimsiz kadrolarla Türkiye yönetilemiyor.

Üstelik, tren kazasında gündeme getirilen hızlandırılmış tren projesine ne silahlı kuvvetler, ne YÖK, ne Çankaya ”hayır” demiş, ne de engel çıkartmıştı. Bugüne kadar TBMM’deki kesin çoğunluğa dayanılarak çıkartılan ve anayasaya aykırılık uyarılarına, iddialarına rağmen yürürlüğe konulan, Cumhurbaşkanı'nın vetolarına karşın, ”ikinci kez aynen” TBMM’den geçirilip, uygulamaya sokulan pek çok yasanın Anayasa Mahkemesi'nden, karar veya kararnamenin Danıştay’dan, idari yargıdan dönmesi, AKP’nin ve hükümetin kadrolarının, bürokratik kademelerinin ve nihayet kabinede görev alan siyasi kadrolarının ”yetersizliğinin” işareti idi.

Bir yıl içinde sadece vergi yasalarında yapılan 7 değişikliğin tamamına yakınının Anayasa Mahkemesi'nde iptal edilmesi ”doğru dürüst bir vergi yasası bile yapamayan – yazamayan bürokratlar ve bakanlar” yönetiminin habercisiydi.

AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinde tıpkı ANAP’ın 1983 seçimlerinde elde ettiğine benzer ”umulmadık” bir başarı elde etmiş, ama çoğu yerde sırf listede sayıyı tutturmak için konulan isimler kendileri bile beklemediği halde milletvekili seçilip gelmişlerdi.

Erdoğan hem 369 kişilik ”Anayasa değiştirebilecek sayıda” TBMM grubunu, hem de hazırlıksız yakalandığı devlette – bürokrasideki kadro yetersizliğini denetlemiyor, aşamıyor. Sadece Mesut Yılmaz, Hüsamettin Özkan, Güneş Taner ve Recep Önal’ın Yüce Divan’a sevk kararlarının bile Anayasa Mahkemesi'nden ”usül naksınlığı” gerekçesiyle dönmesi, TBMM’ye iade edilmesi bir siyasi ve hukuki skandal. Eski siyasileri hesap vermek üzere Yüce Divan’a sevk etmeyi bile ”başaramayan – beceremeyen”, dolayısıyla içtüzüğün, Anayasa’nın yasaların gereğini yerine getiremeyen, bir TBMM grubunun çıkarttığı yasaların yargıdan, Köşk’ten dönmesinin ne derece doğal olduğu açık. Şimdi veto edilen, ya da yargıdan dönen pek çok karar, yasa, reform paketi TBMM’nin tatile girdiği bir dönemde yeniden gece – gündüz çalışılarak çıkartılmak zorunda. Bir yandan zamana karşı yarışırken, bir yandan da parti, hükümet, bürokrasi kadrolarının yetersizliği ve beceriksizliği hem Erdoğan’ı, hem AKP’yi zorluyor, ”Türkiye’yi yönetme kabiliyetlerinin ve yeterliliklerinin olup, olmadığı” sorgusunu gündeme getiriyor.

Türban, İmam – Hatip, YÖK, Ceza Yasası, Anayasa değişiklikleri ve bunun gibi pek çok konuda hep ”engellendiğini, derin devletin icraat yapmasını önlediğini” savunarak, parti ve seçmen tabanına seslenen AKP ve Erdoğan, bizzat günlük bir icraatta yetersiz kalınca, kendisini sorgulanır bir halde buldu. Bu da Başbakanı sıkıntıya soktu. Gazetecilerle, yazarlarla, medya ile tartışma ise bir siyasinin en son düşünmesi gerekli şey iken, Başbakan üzerine gelinmesinden, sert eleştirilerden, kendine yakın gazete ve yazarlardan – ki bunlara Fehmi Koru, Ahmet Hakan, Cüneyt Ülsever, Nazlı Ilıcak gibi isimler bile dahil oldu – gelen eleştiriler moral bozukluğunu arttırdı.

AKP’yi ve uygulamalarını, parti, yönetim, anlayışını ”eski partilerden farklı, yeni” olarak sunan Erdoğan, tren kazasının ”siyasi ve idari sorumlusu” bakan ve genel müdürün istifasıyla ilgili taleplere bile ”haddinizi bilin” diye karşılık verince bir anlamda ”yenilik cilasını” düşürmüş ve ”eskilerden, eski siyasi anlayıştan pek de farklı olmadığını, istifa mekanizmasının geçmişte olduğu gibi sorumlular için işletilmesinin düşünülmediğini” kanıtlamış oldu. Bu da Erdoğan’a yöneltilen en temel ve yoğun eleştirilerden birisi.

Ekonomide IMF ile yapılacak yeni anlaşma, kamu yönetiminde, diğer pek çok alanda çıkartılacak reform düzenlemelerinde asıl icraatını sergileyecek olan hükümetin hızlandırılmış tren faciasında sergilediği dağınıklık, kızgınlık, organizasyonsuzluk, önümüzdeki dönemde AKP’yi, hükümeti ve Erdoğan’ı daha da zorlayacak, tepkilerini, gerginliğini, kızgınlığını daha da arttıracak gibi görünüyor. Bir de 'Aralık'ta AB’den müzakerelere başlama kararı çıkmazsa, Erdoğan’ın ve hükümetin kredisi Aralık’ta tükenir mi?' sorusu, tren kazasıyla birlikte bir ”siyasi kaza” olur mu kaygısı Ankara kulislerinde konuşulur oldu.