1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

AB ve Türkiye ev ödevlerini yerine getirmeli

Bernd Riegert / DW30 Haziran 2005

AB Anayasası’na Fransa ve Hollanda’da reddedilmesinin ve AB bütçesine ilişkin müzakerelerin fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından, Türkiye’nin AB üyeliği tartışmaları alevlendi. Müzakerelerin başlatılmasına dair karara, ucu açık dahi olsa, bazı çevreler karşı çıkıyor. DW’den Bernd Riegert’in yorumu:

https://p.dw.com/p/AZvg

“AB Komisyonu Türkiye ile üyelik müzakerelerine ilişkin çerçevesine netlik kazandırdı. Ortaya konan çerçeve, birliğin devlet ve hükümet başkanlarının bundan 6 ay önce aldıkları kararla uyum içinde. Hedefin, Türkiye’nin tam üyeliği olduğu, bu hedefe ulaşılamaması durumunda tam üyeliğe yakın koşullarda daha farklı bir bağın tesis edileceği vurgulandı. Almanya’da sonbaharda muhtemelen hükümet koltuğuna oturması beklenen ve böylece AB Konseyi’nde de söz sahibi olacak Hristiyan Birlik’in de önerdiği gibi, bu yakın bağı imtiyazlı ortaklık olarak adlandırmak mümkün.

Fransa ve Hollanda’da yapılan ve olumsuz sonuçlanan AB referandumlarıyla birlikte, Türkiye’nin birliğe tam üyeliğine karşı çekinceler yoğun şekilde gündeme getirilmeye başlandı. AB Komisyonu, Türkiye’ye ilişkin kararını verirken bu çekinceleri dikkate almadı.

Komisyon zaten bunu yapabilecek konumda değildi. AB Konseyi’nin kararları, Komisyon açısından da bağlayıcı nitelik taşıyor. AB devlet ve hükümet başkanları, Türkiye ile 3 Ekim’de tam üyelik müzakerelerine başlama iradelerini Brüksel’de iki hafta önce yapılan zirvede bir kez daha ortaya koydular.

Şimdi sıra Türk hükümetinde. Ankara, AB’nin iyi niyetine karşılık verip vaatlerini yerine getirmelidir. Kıbrıs’ın Türkiye tarafından tanınmasını mümkün kılacak şekilde Gümrük Birliği’nin kapsamını genişleten anlaşma Türkiye tarafından imzalanmalıdır. Ancak bu koşulu yerine getirmesi halinde üye bütün 25 ülke, Ankara ile müzakerelerin 3 Ekim’de başlatılmasına onay verecektir.

Türk hükümeti, iç siyaset açısından olumsuz sonuçlara yol açma ihtimaline rağmen, Avrupa Birliği üyesi Kıbrıs’ın kuzeyinde bulundurduğu askeri güçlerini en kısa zamanda geri çekmelidir. Bir aday ülkenin, Birlik üyesi bir ülkeyi kısmen işgal altında tutması, kabullenilemez bir durumdur.

Buna karşılık, AB de Türkiye gibi ev ödevlerini yapmalıdır. Bunların başında, 30 ve daha fazla üye ülkeyle dahi birliğin yönetilebilir ve icra yeteneğini kaybetmeyeceği yeni bir kurumsal yapılanmaya gidilmesi gelmektedir. Oysa Nice Sözleşemesi’nde ortaya konan ilkeler, bunu imkansız kılmaktadır. AB Anayasası başarısızlığa uğradığından, bir an önce anayasanın alternatifleri üzerinde durulmalıdır.

AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye’nin tam üyeliği ve birliğin genişleme siyasetine ilişkin tartışmanın dürüst şekilde yapılması uyarısında bulundu. Kanımızca bu, biraz gecikmiş, biraz da anayasa krizinin etkisiyle gündeme getirilmiş bir uyarıdır.

Avrupa Birliği’nin stratejik ve siyasi gerekçeler gözeterek çerçevesini çizdiği Türkiye’nin tam üyelik süreci çoktan başladı. Şimdi Avrupa Birliği liderlerinin yapması gereken, Avrupa halklarını ikna etmektir.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olabilmesi için coğrafi açıdan fazla büyük olduğu ifade edilmekte, yoksulluğuna dikkat çekilip Avrupa kültürüyle farklılığına işaret edilmektedir. Bu kaygıların yersiz olduğu anlatılmalıdır. İkna sürecinde başarısız olunması durumunda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci de üyeliğe ilişkin yapılacak bir referandumla tıkanacaktır.“