1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

28.01.2004 - Alman basınından özetler...

Derleyen: Attila Azrak28 Ocak 2004
https://p.dw.com/p/Abvu

Bugün yayınlanan Alman gazetelerindeki yorumlarda birçok değişik konu ele alınmış. Bazı gazetelerde Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişki yorumlara konu olurken, İngiltere Başbakanı Tony Blair’in siyasal geleceği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2003 yılı raporu da yorumlanmış.

“Türkler için kırmızı halı” cümlesi bugünkü “Süddeutsche Zeitung” gazetesinin Türkiye Amerika Birleşik devletleri ilişkisinin değerlendirildiği bir yazının başlığını süslüyor, değerli dinleyenler. Christiane Schlötzer imzasıyla yayınlanan haber-analiz yazısında, 1 Mart 2003’ten bu yana ilişkilerin koptuğu Washington ile Ankara yönetimlerinin, Başkan George W. Bush’un Erdoğan’ı Washington’a davetiyle yeniden canlandığı öne sürülüyor. Bush’un Türkiye Başbakanı’nı Washington’a davet etmesinin arkasında yatan nedenin, Amerika’nın Orta Doğu’da sağlam bir ortak araması olduğu belirtilen yazı, kısaca şöyle sürüyor:

“Türkiye ancak bölgesel krizlerde taraf olmadığı sürece güvenilir bir ortak olabilir. Dolayısıyla Washington yönetimi Kıbrıs sorununun bir an önce çözüme kavuşmasını istiyor. Bunun nasıl işlediği de zaten Suriye ve İsrail ilişkilerinde görülebildi. Nitekim Türkiye Washington’un izniyle iki ülke arasında arabuluculuk yaptı. Amerikan yönetimi Kıbrıs konusunda 30 yıldır süren anlaşmazlığın sonunu getirmek istiyor. Türkiye i,le Yunanistan arasında barışın önünde bulunduğu için, ada konusundaki ayrılıklar bölgede bir güvensizlik etkeni oluşturuyor. Türk ordusunun Kıbrıs’ta gerçekliklere uygun bir çözüm istemesi, ardniyetli bir istek. Çünkü Ankara’nın adanın gerçekliği olarak adlandırdığı durum, aynı haklara sahip iki ayrı devleti öngörüyor. Buysa ne Annan planına uyuyor, ne de adanın tümünün Avrupa Birliği’ne alınmasını sağlayabilecek. Kıbrıs’ta durum çok karmaşık. Öylesine karmakarışık ki, süper güç Amerika Birleşik devletleri bile bu sorunu bir cümleyle çözemez.”

Aynı gazetede yer alan bir başka yazıdaysa Avrupa Birliği – Kuzey Kıbrıs ilişkilerine değiniliyor. “Brüksel’den para yağmuru” başlığıyla yayınlanan yazıda, Avrupa Birliği’nin Kıbrıs’ı 1 Mayıs’ta fiili olarak üye kabul etmek için tüm hazırlıkları tamamladığına dikkat çekiliyor ve Brüksel’de adanın hem yalnızca Rum kesiminin ya da iki tarafının da Birliğe üyeliği durumunda alternatif planlar hazır bulunduğu belirtiliyor. Cornelia Bolesch imzasıyla yayınlanan yazı şöyle:

“Avrupa Birliği adanın tek yönetimi olarak Kıbrıs Rum yönetimini görüyor. Ancak imzalanan ek protokolün 10. Maddesinde adanın Avrupa Birliği’ne üyeliğinde, adanın tek idaresinin kuzey toprakları üzerinde hükmünün bulunmadığı belirlenmiş. Bu ek protokolde bulunan maddeyse, gerektiğinde bir kalemde silinip atılabilecek, silinmesine bürokratik bir engel bulunmayan bir madde. Ayrıca Avrupa Birliği 2004 – 2006 arası zaman için, adanın kuzeyine akıtılacak 206 milyon Euro mali yardım kararlaştırmıiş ve hesaba katmış bulunuyor. Bu para, Türk tarafı Rumlarla anlaşıp da adada bir çözüm bulunması halinde kuzeye, belki de armağan olarak ödenecek bir miktar. Ancak B Planı da, yani adanın bölünmüşlüğünün sürmesi durumunda işleyecek olan plan da, Kuzey Kıbrıs’a mali yardımlar öngörüyor. 12 millyon Euro tutarındaki bu yardım paketi, Kuzey Kıbrıs ekonomisini canlandırmak ve adanın kuzeyinin de Avrupa Birliği’ne yakınlaşmasını sağlamak üzere kararlaştırıldı. Bu yakınlaştırma, Brüksel’de şimdi göreve başlayan 30 kişilik Türkçe mütercim tercüman kadrosunu da kapsıyor.”

Bir başka konuya, İngiltere’ye geçiyoruz şimdi de. Başkent gazetelerinden “Berliner Zeitung” Londra hükümetinin dün önemli bir sınavdan geçtiğini belirtiyor. Yorum şöyle:

“Aslında avam kamarasındaki oylama üniversite harçlarının arttırılması ya da arttırılmaması konusundaydı – yüzeysel olarak bakıldığında. Ancak gerçekten, oylama Başbakan Tony Blair’in siyasal geleceğini belirlieyecekti. Blair oylamayı kendi savunduğu yönde kazandı, ama yalnızca beş oy farkla. Bu, kendi İşçi Partisi’nde de milletvekillerinin muhalefetten yana oy kullandığını ve Blair’in büyük bir güven kaybına uğradığını gösteriyor. Nitekim Blair şimdi dış politikasının hesabını iç politikada veriyor.”

Son olarak yine Berlin’de yayınlanan “Die Tageszeitung” gazetesine bakıyoruz. Gazetede yayınlanan bir haberde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde şu anda tam tamına 65.800 dava dilekçesinin işlem beklediği yer alan haberde, son dört yılda mahkemece kabul edilen davaların sayısı da 3300 olarak belirtiliyor. Buarada bir ilginç not bulunuyor: Türkiye, yalnızca 340 davayla 1043 dava dilekçesi bulunan İtalya’dan sonra ikinci sırada geliyor. Haberle ilgili yorumdaysa şu satırları okuyoruz:

“Avrupa’da insan hakları konusunda örnek ülke bulunmuyor. 2003 yılında da tüm büyük Avrupa ülkeleri bir şekilde dava edildi ve mahkeme tarafından cezalandırıldı. Bunların arasında İtalya’nın başta olması, bu ülkede insan haklarına saygı gösterilmemesinden kaynaklanmıyor. Asıl neden, İtalyan yargı sistemindeki kötü organizasyon. Türkiye’nin ikinci sırada olması daha ciddi bir sorunu gözler önüne seriyor. Ancak Türkiye’nin itham edildiği suçlamalar, bu ülkenin Avrupa Birliği’ne alınmaması için ana neden olamaz. Strazburg’ta görülen davalar, bundan yıllar önce açıldığı için, güncel durumun bir aynası değil. Önemli olan, Türkiye’nin açılan davalardan üçte ikisinde, davacılarla anlaşmaya varmış olmasıdır. Ayrıca şimdiki hükümetin gelecekte güvenlik güçlerinin hareketlerini daha ayrıntılı incelemesi sözü verdiğini de unutmamak gerekir.”