1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

20.05.2004 - Alman basınından özetler...

Derleyen: Ahmat Günaltay20 Mayıs 2004
https://p.dw.com/p/Abue

Gazze Şeridi’ndeki Refah kenti yeniden İsrail - Filistin anlaşmazlığının odak noktası haline geldi. Karşılıklı ölü sayısı artarken, devletler topluluğu çaresizlik içinde gelişmeleri seyrediyor. Bugünkü Alman basınının baş yorum köşelerinde trajedinin sorumluları aranıyor.

Osthüringer Zeitung gazetesi İsrail işgal gücünün mantığını soguladığı yorumda şu satırlara yer vermiş:

"Filistin ailelerinin evlerinin yıkılması, şiddet döngüsünü azdırıp militanların taraftar ve saldırı gerekçesi toplamasına yarıyor. Öncelikle de Başbakan Şaron’un Gazze Şeridi’nden çekilme planını görüşmeleri yeniden başlatma imkanı olarak görenler mahçup edilmiş oluyor. İsrail Başbakanı ABD Başkanı Bush’un açık desteğini ve AB’nin temkinli onayını kötüye kullanmış oldu.”

Mainz’da yayımlanan Allgemeine Zeitung gazetesi suçun yalnızca İsrail’de aranmaması gerektiğini vurguladığı yorumunu şöyle sürdürüyor:

”Filistin Başkanı Yaser Arafat, kendi saflarındaki suçluların üzerine kararlılıkla gitmiş olsaydı bu gibi askeri operasyonlara gerek kalmaz, bu kadar insan ölmezdi. Ama Arafat pozisyonunu barış arayışına değil, İsrail ile sürekli mücadeleye borçlu olduğunu biliyor. Bu yüzden de halkını ateşe atıyor.”

Essen’de yayımlanan Neue Ruhr gazetesinde ise şu satırları okuyoruz:

”Başbakan Şaron’un Refah gediğinden Hizbullah, Hamas ve El Aksa Tugayları’na silah kaçırılmasını önlemeye çalışmasına kim ses çıkarabilir? Ancak nefsi müdafaanın her aracı mübah kılamayacağını İsrail gibi demokratik bir devletin bilmesi gerekir. Ev yıkmak gibi kolektif cezalar Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olduğu gibi Filistin direnişini kırmaya da yetmeyecektir. Buldozer, tank ve tahkim edilmiş sınırlarla barış sağlanamaz. Uluslararası terörizm ile mücadeleyi silahla kazanabileceğini sanmak hayalciliktir. Bunu düşünmenin hükümetleri nasıl yoldan çıkarabildiği ortada.”

Ortadoğu kriziyle ilgili bir diğer yorumu da Nürnberger Zeitung gazetesinden aktarıyoruz:

"Bu taarruz, İsrail’in kimseyi ve hiçbir şeyi takmamakta kararlı olduğunu gösteriyor. Başbakan Şaron, cinnet getirip, Filistinliler'i paniğe vermek ve onlarda kaçış refleksi uyandırmak isteyen bir komutana benziyor. Bu davranışı da Almanya’nın Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’nın iki gün önce uyandırmaya çalıştıkları izlenime hiç uymuyor.”

Irak’taki işkence skandalı, soruşturmalar, askeri mahkemeler ve Senato Komisyonları’nda ortaya çıkan gerçekler Alman basının yorum köşelerine yansıyan konular arasında. Bonn’da yayımlanan General-Anzeiger gazetesinde şu satırları okuyoruz:

”İşkence metodlarına sempatiyle bakılması en temel insanlık değerlerinin ayaklar altına alınması demektir. Böyle bir kapı açan, yolun sonunu kestiremez. Münferit durumlarda ne dozda işkence yapılabileceğini tartışmak bile insanlığın yüz karasıdır. Bu bakımdan ilk sanığın mahkum edilmesi iyi olmuştur.”

Rheinische Post gazetesi de Bağdat’taki ilk yıldırım davanın sonucunu şöyle değerlendiriyor:

”İşkenceden suçlu bulunan Amerikan askeri bir yıl hapis yattıktan sonra ordudan tart edilecek. Askeri mahkemede bakıldığı için dava hızla ve bürokratik engele takılmadan sonuçlandırıldı. Hürriyetçi demokratik düzenin savunucusu olan silahlı kuvvetlerde işkenceci asker barındırılamaz. 24 yaşındaki Jeremy Sivits kendini insan haklarının üzerinde görmenin cezasını çekecek. Mahkumiyet kararını yenileri izleyecektir. Ancak karar işkence lekesini silmeye yetmez. Yeni işkence olayları ortaya çıkarsa bu büyük bir skandal olur. Siyasi otoritenin sorumluluktan kaçması doğru değildir. Esirlere sert davranılmasını Savunma Bakanlığı emretmişti. Guantanamo’da olduğu gibi Irak’ta da asker siyasi otoritenin emirlerini yerine getiriyor. Donald Rumsfeld Savunma Bakanlığı’ndan ayrılmalıdır. Aksi takdirde Arapları demokrasinin nimetleri konusunda ikna etmek mümkün olmayacaktır.”

Haftalık Die Zeit gazetesi de prestiji sarsılan Irak’taki Amerikan işgal gücüne şu tavsiyelerde bulunuyor:

”30 Haziran’da zaferini ilan edip Irak’tan çekilmek, Irak’ı iç savaşın kucağına atmak, ülkenin üçe bölünmesine seyirci kalmak ve muhteris komşuların müdahalesine davetiye çıkarmak olur. Hayalcilikten ibaret olan demokratikleştirme hedefinin, demode sayılan ama siyasi realiteleri gözeten istikrar hedefine feda edilmesi daha doğru olmaz mı? Azmi frenleyip başarı şansını arttırmak, ABD’ye sırt çeviren Berlin ve Paris’teki müttefiklerin de benimseyebilecekleri bir formüldür. Amerikan süper gücünün, Avrupa tarafından hiçbir zaman doldurulması mümkün olmayan bir boşluk yaratıp dünyanın en tehlikeli bölgesinden çekilmesi, ne Fransa’nın menfaatine olabilir, ne de Almanya’nın.”