1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

19.02.2004 - Alman basınından özetler...

19 Şubat 2004
https://p.dw.com/p/Abve

Bugünkü Alman basınında, Almanya’nın ev sahipliğinde Berlin’de Fransa ve İngiltere’nin katılımıyla düzenlenen üçlü liderler zirvesine ilişkin makele ve yorumlar ağırlıkta.

Bonn’da yayımlanan General-Anzeiger gazetesi yorumuna, “İtalyan halkı büyük Avrupalı ama, başbakanları Silvio Berlusconi değil” cümlesiyle giriyor ve şöyle devam ediyor:

“Berlusconi’den alışık olduğumuz üzere Berlin’deki üçlü zirveyi kaba bir biçimde eleştirmiş olsa da, bu eleştiriyi yabana atmamak gerek. Çünkü aslında birçoklarının düşündüğü ama yükses sesle söyleyemediği, ‘yılanın başı küçükken ezilir’ özdeyişini zihinlerde canlandırmış oldu. Bu yüzden, Schröder, Chirac ve Blair AB’ne ilişkin ortak siyasi tavır belirlerken, bunu bir gösteriye dönüştürmemeleri gerekir. O nedenle de biraz daha duyarlı davranmaları ve daha az hacimli, daha az vizyoner tezler sunmaları beklenir.”

Kölnische Rundschau gazetesi de aynı konuya ilişkin yorumuna, Almanya, Fransa ve İngiltere’yi kastederek, “Ne yaparlarsa yapsınlar, sonuçta yine eleştiri topluyorlar” cümlesiyle giriyor ve şu satırlara yer veriyor:

“AB’nin üç büyükleri fazla işbirliğine yanaşmadıklarında, ‘işte bakın anlaşamıyorlar, bu yüzden de birliği felce uğratıyorlar’ deniyor. Görevleri koordine etmek üzere biraraya geliyorlar, bu sefer de, ‘birlik içerisinde hegemonya kurmaya çalışıyorlar’ şeklinde eleştirilere maruz kalıyorlar ki, bu eleştiriyi dile getiren Silvio Berlusconi gibilerini pek ciddiye almak da gerekmiyor, zira onun asıl derdi Berlin’e davet edilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Ancak, Berlin’deki üçlü liderler zirvesini suskunluk içinde izleyen kimi diğer hükümetlerin de zirveye fazlaca güvenle baktığı söylenemez. Ama özünde haksızlar... . Çünkü birlik eğer üye sayısını yakında 25’e çıkartmak istiyorsa, o zaman komisyon toplantılarından önce, bazı ortak stratejiler belirlemek zorundalar. Ama asıl belirleyici olan, üç büyüklerin bu ortak stratejisinin kimseye karşı girişilmiş bir hareket olmaması, kimseyi dışlamaması, kamuoyu oluştururken, birçok farklı görüşü de içine almaya çalışması, kısacası, sonuç itibariyla kimsede hiçe sayıldığı hissini uyandırmaması”.

Kölner Stadt-Anzeiger gazetesi, Berlin’deki üçlü buluşmanın, Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld’in, Avrupa’yı modern ve demode diye bölmeye ve zayıflatmaya kalkışması çabalarının çark etmesi anlamına da geldiğini vurguluyor. Anımsanacağı gibi geçen yıl Irak Savaşı sırasında Rumsfeld, bir yanda Almanya ile Fransa’nın, öte yanda ABD’nin yandaşı İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinin ittifakına atıfta bulunarak, bir tarafın modernizmi, diğerinin ise köhnemiş Avrupa’yı temsil ettiğini ileri sürmüştü. Kölner Stadt-Anzeiger gazetesi yorumunun devamında şu görüşlere yer veriyor:

“...Avrupa’nın siyasal çeşitliliği ve bu çeşitliliği kullanmasını iyi bilmesi, sadece askeri ve ekonomik gücüne güvenen ABD’ne karşı bir denge unsuru olmaya şimdiden aday. Bu, çok kutuplu bir dünya için de modern bir model anlamı taşıyor. Avrupa’nın ABD ile rekabetinden belki bir çeşit iş bölümünün ortaya çıkması bile mümkün. Bu da herhalde kötü bir seçenek olmasa gerek”.

Ve Alman basınından özetlerimizin sonunda farklı bir konuya değinerek, İran’da yarın başlayacak parlamento seçimlerini ele alan Handelsblatt gazetesinin yorumuna göz atıyoruz:

“ İran’da sokağın sempatisini kanalize ederek, barışçıl yoldan sistem değişikliğine gitme şansı artık bulunmamakta. Bu durumda halk büyük ölçüde sırtını seçim sandıklarına çevirecek ve kendisiyle meşgul olacak; yıllardır artan bir tutkuyla yaptığı gibi... . Seçkinlerin iktidarını kayıtsız bir biçimde izleyecek, liberal temel haklardan geri adım atıldığını uzaktan seyredecek, zayıf ve köhnemiş ekonomik yapıdan en az zararla kurtulmaya çalışacak. Ta ki, bardağın son damlası dolana ve sabrı taşana kadar... .”