1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

03.08.2005 - Avrupa basınından özetler...

Derleyen: Elmas Topcu3 Ağustos 2005
https://p.dw.com/p/Abph

Alman Frankfurter Allgemeine gazetesi, Ankara’nın Gümrük Birliği Anlaşması Ek Protokolü’ne imza atmasına rağmen, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanımayacağına ilişkin açıklamasına ilk tepkinin Fransa’dan geldiğini yazıyor. Fransa Başbakanı Dominique de Villepin, dün verdiği bir demeçte, Avrupa Birliği üyesi bir ülkeyi tanımak istemeyen Türkiye ile müzakerelere şüpheli baktıklarını duyurmuştu. Frankfurter Allgemeine’nin konuya ilişkin yorumu şöyle:

„Fransa Başbakanı De Villepin, Avrupa Birliği anayasasına hayır diyen halkının, Birliğin genişlemesine ilişkin kaygılarını birden bire farketti. De Villepin aslında geçen Aralık ayında, Türkiye ile müzakere tarihinin onaylanması sırasında da Ankara’nın Kıbrıs Rum Kesimi’ne ilişkin düşüncesini biliyordu. O zaman henüz ortak anayasa referanduma sunulmamış, sandıktan hayır oyu çıkmamıştı. Şimdi ise Fransız hükümeti Türkiye’nin tam üyeliğine bakışını birden bire değiştirdi. Ama dikkate alınması gereken bir gerçek var: Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıması Avrupa Birliği’nin kendi değerleri için önemli ve Türkiye’nin Birliğe tam üyeliği için belirleyici, yoksa Türklerin ulus olarak dışlanması söz konusu değil“.

Fransa Başbakanı Villpin’nin Türkiye’nin tam üyelliğine illişkin yaptığı açıklama diğer Alman gazetelerinde de göze çarpıyor. Süddetsche Zeitung, Fransa’nın şüpheye kapıldığına dikkat çekerken, Badisches Tagblatt Villepin’in ani çıkışıyla lafı dolaştırmadan asıl konuya getirdiğini aktarıyor. Gazetedeki yorumun devamında şu satırları okuyoruz:

„Türkiye, Kıbrıs Rum kesimi’nin resmi olarak tanımadan AB ile müzakerelere başlayamaz. Avrupa Birliği üyesi bir ülkeyi tanımak istemeyen Türkiye’nin tam üyeliği kabul edilemez. Böylesi bir adım Avrupa Birliği’nin özüne aykırı düşer. Bu nedenle Ankara ile sorunun çözümüne yönelik yapılacak pazarlıklar, Avrupa Birilği’nin inandırıcılığını zedeler. Bu arada Avrupa’da Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olan kesimleri güçlendirir. Türkiye’de ise Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü reform çabalarının ilerlemesini engeller“.

Straubinger Tageblatt/ Landshuter Zeitung ise, Türkiye’nin Kıbrıs Rum kesimi’nin tanımak istemeyişine rağmen, Avrupa Birilği’ne girmeye çalışmasını mantıksız ve adil olmaktan uzak bir tavır olarak değerlendiriyor.

„Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumu çabaları anlaşılır, nihayetinde her devlet kendini kayırıyor, ama Türkiye’nin tavrı doğru değil. Türkiye’nin bu inatçı tutumu yıllardır NATO’nun yürüttüğü faaliyetlerde de yaşanmıştı. Şimdi sıra Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi tanımasında. Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıs Rum Kesimi’ni reddeden çizgisi uzun vadede ülkesinin çıkarlarına aykırı. Türkiye AB’ne tam üyelik istiyor, ama Kıbrıs’ı tanımaya yanaşmıyor. Bu Avrupa Birilği’nin tamamına duyulan şüphenin bir göstergesi“.

Basın özetlerimizde şimdi bir başka konuya geçiyoruz: İran’ın nükleer faaliyetlerine yeniden başlamasına. Almanya, Fransa ve İngiltere’nin caydırma çabalarına rağmen Tahran yönetimi İsfahan’daki nükleer tesislerinde çalışmalara yeniden başlıyor. Bu da Amerika Birleşik Devletleri’nin sert tutumuna karşı diplomatik yolda ısrarcı davranan Avrupa’da hayal kırıklığı yaşatıyor. Konu bugünkü Alman basınında geniş yer almış. Koblenz kentinde yayımlanan Rhein Zeitung, Amerikan yönetiminin İran konusunda, Irak’ta olduğu gibi hemen askeri müdahaleyi düşünmediğini, çünkü İran’ın uluslararası diplomatik ve ekonomik ilişkilerinin güçlü olduğunu yazıyor. Düsseldof’ta yayımlanan Handelsblatt da Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak savaşından kendine ders çıkardığını belirtiyor ve İran’dan ekonomik beklentisi olduğunu vurguluyor. Konuya ilişkin Münih’te yayımlanan Tageszeitung’un yorumu ise şöyle:

„İran, nükleer programına başlayacağını duyurmakla bir numaralı karşıtı Bush’a iyilik yapmış oldu. Bush, Irak’taki sorunların üstesinden gelemediği için, İran’ı yeterince sert biçimde tehdit edemiyordu. Bu nedenle Almanya, Fransa ve İngiltere’nin diplomatik çözüm arayışlarına şans tanımıştı. Şimdi oldu? İran’ın nükleer programına başlayacağını duyurması, Bush’un yıllardır İran’a yönelttiği suçlamalarda haklı olduğu yönünde bir ortam yarattı. İran’la yürütülen müzakerelerin sonu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bitmemeliydi. Bush, İran’ın çıkışını Avrupa Birliği’ne karşı bir koz olarak kullanabilir“.

Basın turumuzda son olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin Birleşmiş Milletler’e atadığı yeni büyükelçi John Bolton’la ilgili bir yoruma yer veriyoruz. Muhafazakar ve sert tutumuyla tanınan diplomatın atanması uzun süre tartışıllıyordu, ancak Başkan Bush tüm eleştirilere rağmen Bolton’u Birleşmiş Milletler’de göreve getirdi. Lahey’de yayımlanan De Volkskrant, Bolton gibi eleştirel bir diplomatın atanmasının Birleşmiş Milletler’deki reform sürecini belki de hızlandırabileceğine dikkat çekiyor:

„Başkan Bush Bolton’ı Birleşmiş Milletler’e atamakla herşeyi yerinden söküp, düzelterek yeniden inşaası için bir buldozer göndermiş olabilir mi? Birleşmiş Milletler Amerika Birleşik Devletleri olmadan yapamaz. Bolton, olumsuz bir başlangıç yapmış olsa da kurumda reformlara gidilmesini sağlayabilir. Eğer başarılı olursa Bolton, Amerika Birleşik Devletleri’nin de Birleşmiş Milletler’e ihtiyacı olduğunu kavrar“.